29 Aralık 2010 Çarşamba

yılın en ''iyi''leri

2010 yılını bitirmeye sayılı günler kalmışken, hemen her yerde karşımıza yılın 'en iyi'leri çıkmaya, anketler yapılmaya başlandı. ben de bu durumdan etkilenip kendimce en 'iyi'leri yazmaya karar verdim :)
Bana göre 2010 yılının en:
1. iyi konseri: Grace Jones & Şebnem Ferah
2. iyi konferansı, zirvesi: webrazzi summit
3. iyi sosyal platformu: twitter
4. iyi tv programı: Dragons den Türkiye :)) (bu konuda torpil yaptım)
5. başarılı eğitimi: Futurizm okulu (bilgi üniversitesi) ve Grafik Tasarımı eğitimi (Mikrosis)
6. parlayan girişimcisi: Alphan Manas
7. parlayan twitter accountu: @pink floyd
8. kullanmaktan zevk aldığım teknoloji ürünleri: apple'ın tüm ürünleri
9. yanımdan hiç ayıramadığım: Iphone 4'üm
10. yapmaktan en keyif aldığım: bloguma yazmak
11. ilginç tecrübe: Bora'nın doğumunu fotoğraflamak
12. mutlu olduğum alışkanlık: kedilerden korkmaktan vazgeçip dükkanda 5 kedi ile yaşamak :)
13. büyük hayal kırıklığı: Dragons Den'den yatırım alamamak
14. büyük üzüntüsü: bu biraz özel, ben de saklı kalsın :))
15. büyük yorgunluğum: Şu son haftaya sığdırdığım taşınma operasyonum
16. başarılı web girişimi: tabiki fırsat siteleri
17. keyifli gösterisi: Pink Floyd balesi

16 Aralık 2010 Perşembe

hangi sosyal ağa üye olacağım ki?

Sosyal ağlar aldı başını gidiyor. İyi ki de girdiler hayatımıza, ben çok memnunum. Kültürel paylaşma içgüdümüze bir 'yol' oluyorlar. üzüntümüzü, sevincimizi, fikrimizi, herşeyimizi paylaşıyor, yorumlaşıyoruz :)) Bu ağların faydası zararları tartışıla dursun piyasaya her geçen gün yeni bir oyuncu giriyor.

Biraz önce facebook'un rakibi diye lanse edilen bir ağ ile karşılaştım. Belli ki çok emek verilmiş. Peki ben oraya kayıt olacak mıyım? Bugün için hayır. Çünkü bütün çevrem facebookta. Oraya gidersem ilk aşamada yalnız kalacağım. Aynen yıllar önce ilk cep telefonlarımız aldığımızda, Turkcelliysek Turkcell'i bırakamadığımız gibi. Hem de bir sürü eleştirmemize rağmen. Peki neden bırakamadık? çünkü bütün çevremiz de aynı şebekeyi kullanıyordu ve tek başına ordan ayrılıp saçmalamamak için. Ama bugün oyun değişti. Hem herkes telefon numarasını istediği şebekeye taşıyabiliyor hem de artık şebekeler arasındaki fiyat farkları kalmadı. Şimdi artık tek rekabet hizmet kalitesi oldu. ben hiç endişe etmeden her sene aynı numaramla farklı vericilere geçebiliyorum.

İşte bu durum sosyal ağlarda da olacak. Ağ farkı diye bir şey kalmayacak. Hepsi iç içe çalışacak ve tek bir hesapla istediğimize giriş yapıp o ortamı soluyabileceğiz. O yüzden belki de ilk aşamada facebook veya twitter hesabı ile üye olunabilen sosyal ağlar piyasaya sürmek daha mantıklı. Birçok sosyal platform bunu yapıyor. bence de iyi yapıyorlar..

29 Kasım 2010 Pazartesi

güzel bir süpriz

Tamamen tesadüf eseri, internette gezinirken bir web sitesine denk geldim. Kadınlar için girişimcilik, iş fikirleri, meslek kursları, kişisel gelişim alanlarında yayın yapan faydalı bir web sitesi. Ve inanamıyorum, orda kendi fotoğrafımı gördüm. Tesadüfen bloguma ulaşmışlar ve beni kendi okuyucularına tavsiye ediyorlardı :)) o kadar çok sevindim ki anlatamam. Kendilerine burdan çoook teşekkür ediyorum. Beni kendi okuyucularına tavsiye etmelerinden çok asıl yazdıklarımı beğenmeleri, bana güvenmeleri ve gönülden desteklemeleri beni çok duygulandırdı. http://www.pembepano.com/

evet girişimci bir kadın olma yolunda ilerliyorum. Bu süreç biraz sancılı olsa da bugün bu vizyonda olduğum için çok mutluyum. Gerçekten çok çabalıyor ve kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Kurumsal hayattayken çok başarılı bir çalışan olmak insanı girişimci yapmıyormuş. Daha fazla çalışmak, piyasayı daha iyi analiz etmek, çok okumak, araştırma yapmak ve kendine güvenmek gerektiriyor. Ama hiç yormuyor :) hatta hele bir de ortaya bir üretim çıkarabiliyorsanız dünyanın en mutlu insanı oluyorsunuz :)

Pink Floyd Balesi

Cumartesi bu kadar yoğunluğun arasına Pink Floyd balesini sıkıştırabildim. İyi ki de sıkıştırmışım çünkü 90 dakikayı nefes bile almadan geçirdim. Pink Floyd'un muhteşem parçaları ve izlediğim muhteşem gösteri beni hemen masal dünyama götürdü: ve işte sahnedeyim. dans ederken bütün vucudum rahatlıyor, ruhum özgürleşiyor. Hiç bir şey düşünmüyorum, sadece müziğin ritimlerini içimde hissediyor ve duygularımı vucudumun hareketleri ile ifade ediyorum. Hareketler kendiliğinden çıkıyor, ben hiç bir şey düşünmüyorum. Sadece bilincimi kapattım ve tüm organlarımı özgür bıraktım. İsteyen istediğini yapabilir..
Alkışlar eşliğinde masal dünyamdan geri çıkıyorum ve büyük bir huzurla ordan ayrılıyorum. Acaba bu saatten sonra dansçı olabilir miyim? Yani tabiki olabilirim de acaba zaman yaratabilir miyim?

21 Kasım 2010 Pazar

bekleyin ejderler ben geliyorum..

ve sonunda Dragon's Den programına yatırım almak için başvurumuzu yaptık :) daha şimdiden heyecandan tir tir titriyorum. Umarım bu güzel heyecanımız başarılı bir sonuca ulaşır.

Projemizle yaklaşık 1,5 yıldır uğraşıyoruz ve artık huzurunuza çıkarmaya çok az kaldı. Girişimci olmak için hayatımın dönüm noktasındayım. Yıllardır aldığım eğitim öğretim, iş tecrübeleri, networking, kişisel gelişimlerim,vs bir noktada buluşmak ve geleceğimi şekillendirmek için heyecanla uygun zamanı bekliyorlar. Aynen Steve Jobs'un da dediği gibi farklı noktalar birleşmek ve faydalı bir girişim oluşturmak için yeterince hazırlar.

DD Türkiye bizim için çok büyük bir tecrübe olacak. 1,5 yıldır içinde yaşadığımız projemizi ilk defa yabancı insanların beğenisine ve eleştirisine sunacağız. Sırf bu sunum için bile 1 aydır emek harcıyoruz. İş planları, bütçeler, presentasyon derken sırf bu hazırlık süreci bile bizi inanılmaz geliştirdi. Düşündürdü, çalıştırdı, araştırdı. Yani daha şimdiden DD'nin bize sağladığı katma değer inanılmaz ölçüde. Sunum gününde de her türlü olasılığa hazırız. Yatırım alırsak dünyanın en mutlu girişimcileri olacağız, alamasak da nerde neden takıldığımızı anlayarak eksiklerimizi gidermek için bir yol haritasına sahip olacağız. sonuçta biz projemize inanıyor ve onunla yaşıyoruz. Bize katma değer sağlayacak her türlü girişimin, programın içinde olmak bizi geliştirecekse biz varız :))

Evet ejderler, biz karşınıza çıkmak için hazırız :) Umarım projemizi beğenir ve uzun süreli iş birlikteliği için bizi seçersiniz..

4 Kasım 2010 Perşembe

Webrazzi Summit muhteşem bir şekilde gerçekleşti..


Aylardır beklenen webrazzi summit dün Point Hotel Barbaros'da gerçekleşti. 750 kişi fiili olarak, 10binlerce kişi de internet başından canlı takip ettiler. Sanıyorum ki sunumlarda en kısa zamanda yayınlanacak.

13 kişinin sunumunlarını izledim. Çay aralarında tanışabildiğim kadar kişiyle tanışmaya çalıştım. Konuşmacıların her cümlesini kaçırmamaya, mümkün olduğunca not almaya çalıştım. Kendimce önemli gördüğüm bazı fikirleri, görüşleri, söylem ve analizleri aşağıda okuyabilirsiniz:

29 Ekim 2010 Cuma

bir yerlerde hata yapıyoruz


2002 yılında Odtü'de aldığım design management dersinde 2 yabancı öğrenci (biri hollandalı biri de finlandiyalı mühendislerdi) ile 'internet üzerinde dosya paylaşımı' hakkında proje hazırlamıştık. 2005 yılında internet üzerinden fotoğraf ve videolarını paylaşmak isteyen bizim gibi 2 öğrenci benzer bir çalışma sonucu Youtube.com'u kurmuş. E ben ne diyeyim şimdi?? Nerelerden atayım kendimi? :))


Neyse ben kendi kendime söylenmeye devam ederken sizler google'ın, youtube'un, mynet ve microsoft'un kuruluş hikayelerini okuyun :)) http://forum.donanimhaber.com/m_24333181/tm.htm


bu tarz hikayeler benim çok ilgimi çekiyor. ve ne yazı ki her hikayede benzer noktalar ortaya çıkıyor (steve jobs'da buna dahildir): hepsi üniversitelerini yarım bırakıyor ve evlerinin garajında veya yurt odalarında dünyayı değiştiren bu sistemleri kuruyorlar. Bu beni çok düşündürüyor, acaba bizler diploma sahibi olmaya bu kadar takılmışken yanlış mı yapıyoruz? yaratıcılığımızı mı öldürüyoruz? Bir yerde hata yapıyoruz ama nerde tam çözemiyorum??

27 Ekim 2010 Çarşamba

Geleceğin Meslekleri

Dünya değişiyor, teknoloji ilerliyor, farkındalıklarımız artıyor. Yavaş yavaş, bildiğimiz meslekler ve hedefler de yerini farklı mesleklere ve hedeflere bırakıyor. Zirvelere, konferanslara katılan bilir kişiler bas bas bağırıyor: sistem değişiyor. bu değişime ayak uydurup kendinizi geliştirin..

Futurizm derneği başkanı Ufuk Tarhan, sitesinde http://www.m-gen.biz/detay.asp?id=1120 tam da bu konuya değinmiş. Geleceğin meslekleri hakkında görüşlerini belirtmiş.

Bence bu bilgiyi kaçırmayın..

''Sisteme uyuyorsanız fark edilmezsiniz''


Seth Godin. Kendisini 2 yıl önce 'dip' adlı kitabını okurken tanıdım. Çok ince ama etkisi çok büyük bir kitaptı. Kitap hala kütüphanemde durur ve sık sık açıp bakarım.

Yeni Medya Düzeni konferansında konuşmacılardan biriydi. ''Sisteme uyuyorsanız fark edilmezsiniz. Sıradan insanlar fark yaratamaz, farkı farklı insanlar yaratır'' dedi ve tüm dikkatleri üzerine çekti.

Sunumuyla ilgili diğer detaylara ulaşmak istiyorsanız: http://www.ntvmsnbc.com/id/25145358/

26 Ekim 2010 Salı

Facebook'un perde arkası

hafta sonu Facebook'un nasıl kurulduğunu ve geliştiğini anlatan ''social network'' filmine gittim. Ve itiraf etmeliyim ki hala etkisinden çıkamadım. 2 gecedir rüyamda kod yazıp duruyorum :))

Film, film olarak çok başarılıydı. Ama beni asıl etkileyen işin hikayesi oldu. Bana göre kendi çapında kendini kabul ettirme problemi olan, dahi ama yalnız çocuk (genelde kendimizi hep buna inandırırız: dahi ama yalnız, zengin ama mutsuz, vs), sevgilisine kızdığı için nerden nerelere gelmiş. Filmdeki hikayeye göre kendimce şöyle sonuçlar çıkardım:

22 Ekim 2010 Cuma

Futurizm Okulu


Daha önce dergiyi raflarda görmeme rağmen, Futurist kelimesiyle bu yaz tanıştım. O günden beri de hayatımın bir parçası haline geldi diyebilirim.

Futuristler Derneği:
2005 yılında, sosyal yaşamın ve iş yaşamının gelecekte nasıl şekilleneceğine dair uzgörülerde bulunmak üzere multidisipliner çalışmalar yapmak üzere kurulmuştur.Fütüristler Derneği,  sosyal ve pozitif bilimler açısından tüm disiplinlerin ve teknolojinin insanlığı ne kadar ve nasıl etkileyeceği, nelerin değişeceği ve dönüşeceğiyle ilgili görüşleri paylaşmak; iş yaşamı ve sosyal hayatı iyileştirmeye yönelik yöntemler geliştirmek üzere faaliyetlerde bulunmaktadır. http://futurizm.org/
Otomotiv sektörünün dışında bir kişi olarak, Fransadaki elektrikli otomobil fabrikasını satın almasıyla dikkatimizi çekti Alphan Manas. Derneğin kurucu üyesi. bu zamana kadar olan girişimleri, düşünce ve eylem yapısı muhteşem biri. Onun bu girişimleri sayesinde Futurizm ile tanışmış oldum.

Aslında içine girdikçe hepimiz kendimizi futurist olarak görebiliriz. Hatta dernek başkanı Ufuk Tarhan'ın söylemiyle ''iyi ve akıllı olan herkes birer futurist'dir''..

Futuristler derneğininin web sitesini takip ederken Futurizm Okulunun açıldığını öğrendim ve hemen kayıt yaptırdım. Geçen hafta cumartesi günü ise ilk dersime gittim :)) Futurizm okulu çok güzel bir içeriğe sahip. Her hafta Cumartesi günü Bilgi üniversitesinde, kendi alanında en iyi yerlere gelmiş kişilerin 3'er saatlik dersleri olacak. Tüm programa (7 hafta) kayıt yaptırabildiğiniz gibi, sadece ilginizi çeken programlara da günlük olarak kayıt yaptırabiliyorsunuz.

Kendi geleceğinizi kendiniz şekillendirmek istiyorsanız bu okulu kaçırmayın. Ben her ders orada olacağım.

Okulla ilgili detaylı bilgiye http://goo.gl/0tTD adresinden ulaşabilir, ders programını görüntüleyip, ders sunumlarını indirebilirsiniz.

Webrazzi Summit


3 Kasım 2010 Point Hotel Barbaros'da Webrazzi Summit  - Dijital Ekonomi ve Sosyal Medya Konferansı olacak. Webrazzi Summit'i, Türkiye'nin en popüler Web 2.0 blogu Webrazzi düzenliyor.

Webrazzi ile bu senenin başlarında tanıştım. Yine düzenlediği bir konferansa gitmiştim. Bugün düşünüyorum da o konferans bana çok büyük farkındalıklar yarattı ve zihnimde inanılmaz kapılar açtı. Sosyal mecraların önemini o zaman fark etmiştim ve o zamandan beri bu farkındalığım sayesinde bir çok fırsatlar elde ettim.

O yüzden bu konferansı kaçırmayın derim. İçerik muhteşem. Ben o günün gelmesi için şimdiden sabırsızlanıyorum.

Detaylı bilgiye http://summit.webrazzi.com/ adresinden ulaşabilir, eğer kontenjan dolmadıysa online kayıt yaptırabilirsiniz.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Bilişim Zirvesi 2010

4 Ekim pazartesi günümü Webrazzi'den kazandığım ödül sayesinde Bilişim Zirvesinde geçirdim. Mümkün olduğunca, zaman ayırabildiğim kadar her türlü zirve, panel, seminer, vs katılmaya çalışıyorum. Çünkü tek başıma tüm teknolojiyi takip edemiyorum ve takip edilip, yorumlanmışları kısa yoldan öğrenmenin yolu olarak bulduğum her adamı dinliyorum :)

Teknoloji o kadar hızlı ilerledi ki, avuçlarımızın içinden kaçıp gitmemesi için çok çabalamamız gerekiyor. Teknolojiyi kullanabilmek için kendimizi de geliştirmemiz, yenilememiz gerekiyor. Elimizin altındaki kaynakları doğru ve verimli şekilde kullanabilmek için çok iyi düşünmemiz, çok okumamız ve stratejiler belirlememiz gerekiyor. Artık sosyal mecralar sayesinde herkes kendi markasını yaratıyor farkında olmadan. Yapacağımız en ufak bir yanlışlık yaratmak istediğimiz marka imajımızı çok farklı boyutlara götürebilir. 

Neyse bilişim zirvesine geri dönmek gerekirse, kendimce aklımda kalan bazı notları sizinle paylaşayım:
Kevin Kelly - Wired dergisinin editörlerinden diyor ki: ''şu an sadece masa üstünde ve cebinizde gördüğümüz ekranlar yakında baktığımız her yerde olacak. yolda yürürken, ışıklarda beklerken, parkta koşarken, restaurant da yemek yerken..''. Burdan anlayacağınızı anlayın artık. Dennis Anderson, ''sosyal mecra alanlarını şirketlerimiz için kullanmak''la ilgili görüşlerini anlattı. Ki ben şahsen bu durumu çook önceden fark edip kullanmaya başlamıştım :). Alphan Manas elektrikli otomobillerin geleceğiyle ilgili görüşlerini paylaştı. O günleri gerçekten dört gözle bekliyorum. Bay Kaspersky siber suçlardan bahsetti. Suçların büyüklüğü insanı gerçekten korkutuyor. Önlem almak şart.

Sonuç olarak teknoloji ilerliyor ve artan bir hızla ilerlemeye de devam edecek. Teknolojiyi takip edip fırsatları yakalamak bizlerin elinde. Kendimizi geliştirmeliyiz, yoksa teknoloji işimizi elimizden alacak. Ya teknoloji sizi yok edecek, ya da siz teknolojiyi yöneterek onun hakimi olacaksınız..

15 Eylül 2010 Çarşamba

Rüzgarın söküp atamadığı tek şey..

Rüzgar'ın söküp atamadığı şey nedir biliyor musunuz? Koskocaman ağaçları, evleri bile yerinden söküp atabilen rüzgar, bir tek ot'u söküp atamaz yerinden. Küçücük bir otu.. Çünkü ot rüzgara boyun eğer, ona direnmez. Onu arkasına alır ve onunla dans eder. Sağdan sola yatar, önden arkaya.. Ulaşmak istediği her noktaya rüzgarın gücü sayesinde boyu yettiğince ulaşır. Ve asla yerinden kopup gitmez..

6 Eylül 2010 Pazartesi

Yaşam felsefesi - Neyzen Tevfik





Yasam uzerine fazla geldigi zaman onu zorlama, biraz duraksa, neler olup bittigine   anlam verme.
Mutlaka yanlis bir sey oldu ve dusuncelerin ile dileklerin ayni orantida degildi
ve varligin ile bulusamadi.
Sorun yok, sadece bekle.
Gunes dogacaktir, cimler yeserecektir, cicekler acacaktir, ruzgar esecektir
ve yagmur yagacaktir, zorlamaya gerek yoktur,olmasi gereken kendiliginden olur!
Izlemene devam et, sahitlik guzeldir, hem olayin disindasindir hem de icinde,
o bir dengedir, o anlamlidir, sahit ol, tanik ol, olan ile butunles,
guzellik olanlarin icinden filizlenecektir;
zorlamaya gerek yoktur, olmasi gereken kendiliginden olur!..
Hayat ucbucukla dort arasindadir. ..
Ya ucbucuk atarsin, ya da dort dortluk yasarsin...
NEYZEN TEVFIK

hayattan istediklerim.. 1

Elif Şafak'a hayranım. Daha ilk kitabını okuyup bitirdiğim günden beri. Üretimine, bakış açısına, hayal dünyasına ve mütevaziliğine. Ted'de yaptığı konuşma ayakta alkışlandı. Konuşmasının ilk başlarında ne kadar da heyecanlı..

Bir gün ben de Ted'de konuşma yapacağım. Bunu çok istiyorum. Ben de kendimi ve düşüncelerimi bu kadar net ve güzel ifade edebilmek istiyorum. Bunu bir gün başaracağım, biliyorum. Çünkü hayattan beklediklerim dosyama, o anın fotoğrafını koydum :)

Elif Şafak'ın Ted Konuşması


http://ted.com

26 Temmuz 2010 Pazartesi

30 yaşını doldurmuş bir kadından Allah'a..

bunu buraya yazmam biraz enteresan olabilir. Ama hayatımda ilk defa sana da yazarak teşekkür etmek, şükretmek istedim..

Aramızda özel bir bağ olduğunu düşünüyorum. Gerçi bütün kullarınla vardır ama bir birey olarak bunu bu kadar özel hissetmek çok güzel.. Her anımda yanımda olduğunu bilmek çok keyifli. Bazen kötü şeyler yaparken de utanmamın sebebi de bu zaten :)) yanımda olduğunu hep hissediyorum çünkü..

Bu zamana kadar

30 yaşını doldurmuş bir kadından ailesine ve arkadaşlarına...

ne çabuk geçti yıllar, ne çabuk büyüdük.. Daha kardeşimin doğduğu günü hatırlıyorum dün gibi.. ananemin bahçesinde oynadığım oyunları, anaokuluna, ilkokula başladığım ilk günleri, yaz tatillerini, annem çalışıyorken ona süpriz yapmak için evde toz aldığım ve vazoları kırıp selebant ile yapıştırdığım günleri, babam pazara giderken ona sipariş verdiğim düdüklü şekerleri, elma şekerlerini, ortaokul, lise günlerimi, ilk arkadaşlıklarımı, ilk partilerimi, yalanlarımı, hedeflerimi, hayalerimi, hayal kırıklıklarımı..

bugün itibariyle

23 Temmuz 2010 Cuma

ve sonunda.. :))

Meriç'in katkıları sayesinde resim yapmaya başladım.. Allahım bir an evvel akşam olsa da boyalarımı, tuvallerimi alıp evime gitsem. Sanatım geldi :))

Bu arada siz de resim yapmaya başlamak istiyorsanız Kağıt vs Suadiye şubesine gelin. Sadece resim değil, her türlü sanatsal atölyelerin yapıldığı ve malzemelerin satıldığı bir yer. Yıllardır elinize sürmediğiniz polimer killerle, boyalarla, kalemlerle, uhularla, aklınıza şu an gelmeyen bir sürü şeylerle yaratıcılığınız uyandırın.



20 Temmuz 2010 Salı

karahindibu

.. vee sonunda yıllardır niyetlendiğim ama bir türlü yaptıramadığım dövmemi yaptırdım. O kadar çok söylemiştim ki herkese ''dövme yaptırıcam'' diye artık kimsenin inancı kalmamıştı bana. Ve dün akşam bir deli cesareti ile gittik oturduk Sara ile masaya..

Kafamda hiç bir model yoktu. Yok ki benim öyle anlam yüklediğim sembollerim..

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Grace Jones Kadınsa diğerleri ne?? Diğerleri Kadınsa, bu ne??

Dün akşam Grace Jones konserine gittim. Gittim ama dönebildim mi emin değilim :) sanırım ruhum orda kaldı ve gelmek istemiyor.

Sahne şovundan bu kadar etkilendiğim başka sanatçı olmuş mudur emin değilim. Tamam yaptığı müzik için çıldırıp delirmiyorum, ya da ne bileyim onu dinlemezsem eksik kalırım da demiyorum ama sahne şovunu görmeseymişim hayatım eksik kalırmış artık onu çok iyi biliyorum..

Yaşam koçumun bana öğretmeye çalıştığı gibi (ki ben hala çok zorlanıyorum bu konuda), kadın ''kadın gibi şarkıcı''ydı. Şovları da, kostümleri de, seyirciye hitabeti de tam bir kadındı. Yürüyüşü, dansı, belini kıvırışı, bacaklarını kullanışı, hareketleri, ses tonu, cümleleri, esprileri çok cesurdu. Ama bu gösterdiği cesaret hiç mide bulandırıcı değildi, tam tersine inanılmaz etkileyiciydi.

Bülent Göncü'nün her zaman savunduğu gibi: kariyerinde başarılı olacaksan, feminen bir kadın olarak başarılı ol - masculen kadın olarak değil. İşte dün gece resmen bu cümlenin uygulamasını gördüm. Hem de 62 yaşında olduğu iddia edilen, saçlarını kazıtmış, vücudu kaslı bir kadından. 62 yaşında, şarkısını söylerken en az 15 dakika holilop çeviren, her şarkısında kostümünü ve şovunu değiştiren, bacaklarını çok iyi kullanan bir kadından..

Valla ne diyeyim.. muhteşem bir müzik ziyafetinin yanında ben almam gereken dersi aldım. Dün yatağıma yattığımda hala yapmam gerekenler listesini sayıyordum :) liste no 1: 2 haftadır aksattığın sporuna çabuk geri dön!.. :))

1 Temmuz 2010 Perşembe

bugün evlilik yıl dönümüm..

Bugün evlilik yıldönümümüz.. Bundan tam 4 sene önce şu saatlerde ne heyecanlıydım :) Sabah erkenden kalkmış, kuaföre gitmiştik. Annem, yengem, bahar, Aydan Teyzem ve Şükriye Teyzem.. Hepimizin yüzünde tebessümler, oturmuş aynanın önüne saçlarımızın yapılmasını bekliyorduk. Bahar her zaman ki gibi bağırıp duruyordu kuaföre :) yine saçları istediği gibi olmuyordu. Hayal gücü o kadar yüksek olunca yapılan hiç birşeyi beğenemiyor bir türlü. Tabi bir de bir hafta öncesinde trafik kazası geçirdiği için yüzündeki çizikler de canını sıkıyordu.

18 Haziran 2010 Cuma

iyi günde kötü günde, hastalıkta sağlıkta, küller küllere kavuşana kadar..

Yarın sabah Ankara'ya uçuyorum. Gökçe'nin nikahına :) geçmez dediğin günler geçti ve sonunda o muhteşem gün geldi..

Daha geçen yaz çeşmede beraberdik. Biriyle tanıştım ve aşık oldum diyordu.

12 Haziran 2010 Cumartesi

kendini yeniden inşaa etmek mi zor, var olanı yıkmak mı?

7 ay önce yaşam koçumla ilk tanıştığım gün benim için büyük bir gelişmeydi. Çünkü bu zamana kadar kimse, beni bana bu kadar net anlatmamıştı. Benimle ilgili durum analizini yaptıktan sonra yine onun yöntemleriyle-  NLP ile özgürleştim. Yeniden kendimi yarattım. Fazlalıklarımı attım, önemli yeteneklerimi pekiştirdim. Ne istediğini bilmeyen bir insanken, ne istediğini bilen, hedeflerini tanımlayan, kendi markasını yeniden yaratan biri olmaya başladım. Alt yapım çok sağlam olduğu için üzerine gökdelen dikmek benim için çok kolaydı. Yeni şeyler yapmak kolay da, asıl zor olan yıllardır farkında olmadan diktiğin yapıyı yıkmak. Ben şu aralar yıkım aşamasındayım. Eski değerlerimi (yanlış olanları) yıkıp yerine yeni değerlerimi inşaa ediyorum. Bu süreç çok sancılı geçiyor ama 1 yıl sonra, 3 yıl hatta 10 yıl sonra olmak istediğim yerlerin fotoğraflarını çok net görebildiğim için mutluyum. Eee ne demişler, gittiğin yol acı vermiyorsa seni bir yere götürmez.. Yılların alışkanlıkları, kolay olmuyor onları yıkmak. Yerinden söktüğüm her bir tuğla hem içimi acıtıyor hem de ümitlendiriyor. İnsanoğlu ne ilginç mekanizma. Hele duygular.. Keşke duygularımızı istediğimiz zaman iptal etmenin bir yöntemi olabilseydi. Beyin olarak mantıklı bulduğun, istediğin şey nasıl oluyor da kalbini acıtıyor anlayamıyorum. Hayatımız hep çelişkilerle dolu.. Acaba çelişki diye birşey olmasaydı çok mu boş olurdu hayatımız?

Evet, ben yıkım aşamasındayım. 30 yıldır inşaa ettiğim yapımı yıkıyor ve yerine olmasını istediğim değerlerimi yerleştiriyorum. Bakalım bundan 1 yıl sonra bu yazılarımı okuduğumda neler hissedeceğim? Çok merak ediyorum :))

Peki 7 ay önceye kadar Özge nasıldı?

- zor tatmin olan
- ne istediğini bilmeyen
- topluma uyum ve özgürlük arasında gidip gelen
- statü ile yetenek arasında yol ayrımına gelen ama karar veremeyen
- hevesim var ama sebatım yok
- adanmışlık yok
- elime aldığım değersizleşiyor
- bağımsız iş hayatı istiyor ama disiplin yok
- zorunluluk yapılıyor, zevk erteleniyor
- düşünce yapısı çalışkan, eylem yapısı zayıf
- hem herkes hayatında olsun hem de uzak olsun
- güce ve çözülemeyen herşeye aşk
- başkalarına esir yaşam
- ego ve korkular var
- istediği az ama istemediği çok
- içinde müfettiş var, hep kontrollü
- kehanet ölçüsünde sezgi yeteneği var ama henüz kullanmayı bilmiyor
- haklı olmayı mutlu olmaya tercih eden
- kafası çok çalışan ama sonucunda üretim çıkaramayan: en önemli problem!..

Geliştirmem Gereken Yönlerim:

- Bireysellik
- No name olmayı bırakmak
- sahnede yer almaya gönüllü olmak
- kalbimin arzularını dinlemek
- irade gücümü güçlendirmek
- heyecan, tutku
- risk almak
- çocuksu ilişkiler kurabilmek
- hayatın tadını çıkartmak
- zevke sadık olmak (bağımlı değil, sadık)
- hayata oyun gibi bakmak
- zorunluluk kavramını hayatımdan çıkarmak
- bağımsızlık (bencillik değil, ben merkezli olmak)
- dürtülerime güvenmek
- cesaret
- kendini iyileştirmek, kendime bakmak
- ilgi duyduğum şeylerle yapıcı olarak çalışmak, yüzeysel değil

Kurtulmam Gereken Özelliklerim:

- Kendi bildiğim gibi yapılmasında ısrar etmek
- otorite konumunu yaşamak için değişiklik yapmak
- inatçılık
- onay ihtiyacına takıntılık
- aşırıya kaçmak
- başkalarının önemi olmadığı duygusundan kaçınmak
- korkuya dayanan gururlu yanıtlar
- uzlaşmaya karşı direnç
- öfke
- hayatta kalmakla fazla ilgilenmek

Korkularım:


- hata yapmak
- başaramamak
- beğenilmemek
- entellektüel bilgi birkimimi kaybetmek
- yalnız kalma
- incinme ve kırılma
- başkaları ile kıyaslanma korkusu
- duygusal bağımlılığa girme korkusu
- güvenliğini kaybetme korkusu
- iftiraya uğrama korkusu
- önemsiz ve değersiz olma
- sadakat
- kullanılma ve sömürülme
- hayatı ıskalama korkusu
- başkalarına muhtaç olma korkusu
- red edilme
- eleştirilme ve küçümsenme
- yeterince üretken olamama
- başkalarını üzme korkusu

28 Mayıs 2010 Cuma

üretimden para kazanmak?

Uzun zamandır pek yazmıyordum. Psikolojik bazı durumlar yüzünden elim klavyeye pek gitmiyordu. Halbuki yazmanın nasıl rahatlatıcı ve mutluluk verici birşey olduğunu biliyordum ama nedense elim gitmedi işte :)) belki de yazarken bilinçaltımın köşelerinden çıkacak saklanmış düşünceleri ortaya çıkarmak istemedim. çünkü her defasında sanki ben değil, onlar alıyor sazı eline ve birer birer dökülüyor kelimelerin arasından.

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Raghava KK: Bir sanatçının beş yaşamı

Raghava KK sanatın hayatını nerelere sürüklediğinin rengarenk hikayesini sevecen bir dürüstlük ve hassasiyetle anlatıyor; hayat deneyimlerinin bir sanatçının yaşamında pek çok reenkarnasyona nasıl yol açtığını; bir karikatüristten ressamlığa, dışlanmışlıktan medya sevgilisine ve oğlunun babası olmaya varan yolculuğunu dinleyin...

Açıkçası ben çok etkilendim...


Robert Gupta: Müzik devadır, müzik akıl sağlığıdır

Robert Gupta, LA Filarmonik Orkestrası kemancısı, parlak, şizofren bir müzisyene verdiği bir dersten ve bu dersten ne öğrendiğinden bahsediyor. Daha sonra sahneye çağrılan Gupta, Bach'ın 1 numaralı çello süitinin kendi uyarlamasını çalıyor.



Özge'den..: Nicholas Christakis: The hidden influence of social networks

Özge'den..: Nicholas Christakis: The hidden influence of social networks

Nicholas Christakis: The hidden influence of social networks

6 Mayıs 2010 Perşembe

Kristof Kolomb Evli Olsaydı

Bir arkadaşımdan gelen maili direkt forwardlıyorum. Bek koptum gülmekten :) ve gerçekten de çok hak verdim :)))
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Kristof KOLOMB evli olsaydı belki de Amerika kıtası hiç bir zaman keşf edilmeyecekti. Çünkü o meşhur ve macera dolu seyahatın planlarını yapmak yerine karısının, ona yönelteceği soruların cevaplarını vermeye çalışacaktı. Peki Kristof KOLOMB ‘un karısı ona ne sorabilirdi :


1. Bölüm soruları :

Nereye gidiyorsun?

Kiminle gidiyorsun?

Niçin gidiyorsun?

Nasıl gidiyorsun?


Keşif için gidiyorum.

Neyin keşfine gidiyorsun?

Niye bir tek sen gidiyorsun?



2. Bölüm soruları :

Sen dönene kadar ben ne yapacağım?

Ben de seninle gelebilir miyim?

Senin kürekçilerin var mı?

Personel listeni bana göstersene!

Peki ne zaman dönüyorsun?

Doğru söyle niçin gidiyorsun?



3. Bölüm soruları:

Sen bu seyahatı bensiz planladın değil mi?

Bana cevap versene?

Bu seyahattan amacın ne?

Yoksa biriyle mi kaçıyorsun?

Senden nasıl haber alacağım?

Senin orada neler çevirdiğin ne malum?

Gemide kadın da var mı demiştin?



4. Bölüm soruları :

Ben hala neyin keşfin olduğunu anlayamadım?

Senden başka keşif yapacak yok mu ?

Sen zaten her zaman böyle yapıyorsun!

Sen kendini bana karşı ön plana çıkartıyorsun!

Ben anlamıyorum keşf edilececek başka bir şey daha kaldı mı ki?

Benim kırık kalbimi niye keşf etmıyorsun? (*** Bu maddeye yıldız veriyorumJ)



5. Bölüm soruları :

Onu bunu bilmem ben de seninle geleceğim!

Yalnız annemler seyahattan dönene kadar bir ay beklemen lazım!



Neden?

Çünkü onların da gelmelerini istiyorum!

Annemler bugüne kadar hiçbir yeri keşf etmediler!



Olmaz!

Kapat çeneni, sen bir damat olarak bunu yapmak zorundasın!

Sen gemide kadın da var demiştin. Değil mi?

29 Nisan 2010 Perşembe

ozge'den                                                                

28 Nisan 2010 Çarşamba

how to upload pdf file to blogspot? help...

Bir türlü pdf bir dosyayı bloguma ekleyemiyorum.. Naslı becereceğim bir yardım edin yahu.. Linki paylaşabiliyorum ama istiyorum ki görüntüsü de çıksın..

Herneyse şimdilik aşağıdaki linkle idare edin bari. EK'te açacağınız dosya benim tüm yazılarımı içeriyor :)



http://groups.google.com/group/ozgeden/web/ozge%27den.pdf>

25 Nisan 2010 Pazar

Kadın Gibi Kadın Olmak!...

Geçen hafta Pazartesi günü, çook uzun bir aradan sonra tekrardan Yaşam Koçum Bülent Göncü'ye gittim. Aradan geçen süre zarfında nasıl değiştimi ona göstermek, onunla bunun keyfini yaşamak beni çok heycanlandırıyor. Oraya gittiğimde sanki faklı bir dünyaya giriyorum; Yeşim'le ikisinin enerjisi o kadar farklı ki, orada hepimiz çok saydamız :)

Genel sohbetlerimizden sonra o gün özellikle 2 konu üzerinde yoğunlaştık. Beni en çok etkileyen ve düşündüren konu ise: "kadın gibi kadın olmak" konusuydu..

Evet; ben her zaman nazlı, çıt kırıldım, herşeye ağlayan ve devamlı karşısından birşeyler bekleyen, erkekler olmadan hayatını devam ettiremeyen kadınlara karşı önyargılıydım. Onlara inat her zaman güçlü, kendi ayakları üzerine basan, kimseden yardım istemeyen, kimseye muhtaç olmayan, naz ve cilve nedir bilmeyen biri oldum. Yani maskülen bir kadın.. İş hayatında da öyleyim; kamyon sattığım günlerde kamyonların arkasında tepesinde dolaşan (hem de mini eteklerle), gerektiğinde yıkamacının işi çoksa otomobil yıkayan, kendi lastiğini kendi değiştiren, erkeklerle toplantılarda çata çat kavga eden (ki erkek egemenliği olan bir sektörde çalışıyordum), eğer gerekiyorsa gece gündüz demeden işinin başında olan, onlarca kodaman erkeği yurtdışına fuarlara tek başına götüren, birisinden yardım istemekten ödü kopan, kendi mobilyasını kendi monte eden ve kendi çantasını kendi taşıyan.. Birinden yardım istemek, hele ki bir erkekten yardım istemek en büyük fobimdi.

İşte sevgili Bülent Göncü, o gün benim bu özelliklerime parmağını bastı.O konuştu ben dinledim.. söylediği her cümle de o kadar haklıydı ki..

Konuya küçük bir hikaye ile başladık:" evvel zaman içinde kalbur saman içinde, çok yüksek mevkilerde bir yönetici varmış. Bu yönetici her sabah işie erkenden gelir, kahvesini hazırlar, masasının başına otururmuş. Bunu gören çalışanlardan birinin içi cız etmiş. Yöneticisinin sabah erkenden gelip, kendi kahvesini kendisinin yapmasına içi elvermemiş. Demiş ki, ben bu adama iyilik yapayım. Ondan erken geleyim ve o gelmeden kahvesini hazır edeyim.. MAsasına oturduğunda kahvesini masasında gördüğünde kimbilir ne kadar mutlu olur.. Derken bir gün geçmiş, iki gün geçmiş,üç gün geçmiş, yönetici her geldiğinde masasında kahvesi hazır. Sonunda yönetici çalışanını yanına çağırmış.demiş ki: "eyy sevgili çalışanım, biliyorum beni düşündüğün için her sabah kahvemi hazır ediyorsun. Ama farkında değilsin ki sen benim en büyük keyfimi elimden aldın. Her sabah erkenden gelip, kahve hazırlarken aldığım haz benim için çok değerliydi."..

Hikayenin ana fikri üzerinde durmayacağım, sanırım herkes anlamıştır. Hikayenin benimle ilgili olan yanına gelince: ben de aslında yukarda bahsettiğim kadınlardan olmayarak erkeklere iyilik yaptığımı düşünürken, farkında olmadan onların en büyük keyiflerini ellerinden alıyorum. Onların "bir kadını mutlu etme" hazlarını ben ellerinden alıyorum. Evet, çok doğru!.. Halbuki ne var sanki boyumdan büyük işlerde birinden yardım istesem? Uzanamadığım yere uzanmak için altıma tabure koymasam da birinden yardım istesem. Hem o işe yaradığı için, hem de ben kendimi tehlikeye atmadığım için mutlu olmaz mıyım?

Yani işin özeti "kadın gibi kadın" olmak. Maskülen kadın değil!. İş dünyasında ve özel dünyada istediğimiz yere kadın gibi kadın olarak gelmek gerekiyor, erkeklerin rolüne girmiş bir kadın olarak değil. Erkeklere ağırlık yapmamak için kendi davranışlarımızı belirlerken, farkında olmadan onların keyiflerini ellerinden almayalım. Onların yerine kendimizi koyalım ve düşünelim. Yanınızdaki erkeğin düğmesi kopsa, kendisinin mi dikmesini istersiniz, sizden yardım istemesini mi? Ben yardım istemesini isterim, çünkü ona yardım etmek beni mutlu eder, işe yarar hissettirir :))))

Konuyu lütfen saptırmayalım :) burda bahsetmek istediğim tek şey: kadınve erkeğin zeka olarak değil ama fiziksel olarak farklı olduğunu kabul ederek, birbirimizin rollerini birbirimizden almamamız gerektiği. Roller iyice karışmaya başladı ve cinsiyetler kayboluyor. Bu nedenle de kimseyi mutlu edemiyoruz ve sonucunda kendimiz de mutsuz oluyoruz. Bırakın herkes kendi rolünü oynasın ve birbirinize ne kadar ihtiyacımız olduğu hissiyatı ile mutlu olalım :)))

16 Nisan 2010 Cuma

gözüme çarpanlar..1

Sara ile caddede gezerken gözümüze çarpan muhteşem aile :)) çok hoşumuza gitti.

6 Nisan 2010 Salı

"ben ölmeden önce"

son zamanlarda en çok sevdiğim beste ve müzik..  Fatih Erdemci'nin Pamela ile yaptığı cover da süper olmuş ama sanırım henüz videosu yok...

Güzel keyifler :)



FATIH ERDEMCI - BEN OLMEDEN ONCE
Yükleyen mana_mana. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaÅ�ayın!

5 Nisan 2010 Pazartesi

Mutluluk Zirvesi

Uzun zamandır etrafımda olan insanların bir şekilde tatmin olmadıklarını hissediyorum ve bu konuda çok düşünüyorum. Belki büyüdüğümüz için, belki farkındalığımız arttığı için, belki de bizi etkisi altına alan satürn etkisi yüzünden.. bilmiyorum ama artık çevremde mutlu insanlar görmek istiyorum..

Lafı fazla uzatmadan, uzman psikolog ve yaşam koçu olan kuzenim Manolya Özek'in bu konudaki makalesini sizlerle paylaşmak istiyorum..

17 Mart’ta Business Network Center’in düzenlediği 1. Kurumsal Mutluluk Zirvesi’ndeydim. ‘İşyerinde İlişki Yönetimi’ üzerine bir konuşma yaptım. Kendi konuma geçmeden önce paylaşılan bazı dünya gerçeği istatistiklerini paylaşmak istiyorum sizlerle.


Yılda 10 milyon $ dan fazla kazanan Amerika’nın en zengin kişilerinin mutluluk seviyelerinin, yanlarında çalıştırdıkları ofis elemanlarından sadece çok az miktarda yüksek olduğu saptanmış. (Diener, Horwitz, Emmons-1985-Happiness of the Very Wealthy Social Indicators Research)

Amerika’da yapılan düzenli mutluluk araştırmalarında; mutluluk seviyesi 1940’da 10 üzerinden 7.5 iken 2000 yılında bu seviyenin 7.2 ye düştüğü saptanmış. (Lane-2000-The Loss of Happiness in Market Democracies-Yale University Press) Bu da bize daha fazla şeye sahip olsak da mutluluğun düştüğünü, tatminin azaldığını gösteriyor.

Amerikan Estetik Plastik Cerrahi Derneği Raporu’na göre kozmetik operasyonlarda senelik 44% artış oluyor. Her sene ortalama 3 milyon botoks, yüz binlerce göğüs şekillendirmesi, gözkapağı ameliyatı, burun ameliyatı ve liposuction yapılıyor. Bir çok kişi ameliyat sonrası memnun kaldıklarını söylüyor ama araştırmalar bunun kısa süre sürdüğünü gösteriyor. (McLaughlin, Wirse, Lipworth-2004-Psychosomatic)

Dünya Sağlık Örgütü, 2020 yılında depresyonun yetişkin nüfusunun 30%’unu etkisi altına alıp tüm dünyadaki ölüm nedenlerinden en büyük ikincisi olacağını tahmin ediyor. (Murray, Lopez-1996 The Global Burden of Diseases)

Gidişat pek parlak gözükmüyor değil mi? Bu konuda söylemek istediğim pek çok şey var, yazmaya devam edeceğim ama şu an dikkatinizi yaşamınızda durduğunuz yere çekmek istiyorum. Yaşamda hepimiz birbirimizden çok farklı ve karmaşık gözüksek de aslında özünde çok basit ve benzeriz; temel sorumuz aynı ‘Ben OK miyim?’.. Bu cevabın peşinde bir ömür geçiriyoruz. Annemizin bize dokunması, emzirmesi, sarılması ile başlayan fiziksel temas ihtiyacımız şekil değiştirse de aslında hep var, kabul edilmek, onaylanmak, farkedilmek istiyoruz. Önce annemiz, babamız, sonra arkadaşlarımız, sevgililerimiz, okuduğumuz okullar, diplomamız, mesleğimiz, sonra da statümüz, paramız, arabamız, evliliğimiz...Hepsi kabul edilmek, onaylanmak, farkedilmek için...

Şimdi durun ve düşünün..Sorun kendinize; Ben yeterli miyim? Değerli miyim? Başkaları beni fark ediyorlar mı? Beni ben olduğum için kabul ediyorlar mı? Peki şimdi de şunu düşünün; Siz başkalarının değerli olduğunu düşünüyor musunuz? Başkalarını fark ediyor musunuz? Oldukları gibi kabul ediyor musunuz etrafınızdaki insanları? Yoksa hayatın ve insanların değişmelerini umut ederek mi geçiriyorsunuz ömrünüzü? Bir düşünün..

İşte bunu anlamak için dört kadranlı bir şekil düşünün. Hepimiz birinci kadranda dünyaya geliyoruz, bu pozisyondaki kişiler kendilerinin, başkalarının ve hayatın OK olduğunu düşünürler. Temel mantık şudur, ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, herkesin yaşamaya hakkı vardır. Sağlıklı pozisyondur. II. kadrandaki kişiler ise, başkalarının OK olduğunu düşünürken kendilerinin OK olmadığını düşünürler. Bu pozisyondaki kişiler depresiftir, hatayı kendinde arar, kendini suçlar, kendini güçsüz ve değersiz görür. Hassas ve kırılgandırlar. Bazen üçüncü kadrana düşerek yaşamdan umudunu kestiği zamanlar olur, işte o zamanlarda, ne kendisi, ne başkaları ne de hayat OK dir. Kendini umutsuz hisseder..Ya dördüncü kadran? Bu pozisyondaki kişiler kendinin OK olduğunu, başkalarının OK olmadığını düşünenlerdir. Bu kadrandaki kişiler genelde ‘zor’ olarak tanımlanırlar, hep haklıdırlar, agresiftirler, zeytinyağı gibi üste çıkıverirler, onlarla ilişkide ‘kazanan’ olmak zordur. Bu insanlar size OK olmadığınızı hissettirirler, aşağılandığınızı ya da ezildiğinizi hissedebilirsiniz, farkederek ya da etmeyerek kendinizi II. pozisyonda buluverirsiniz, belki de o yüzden bu insanlarla konuşmaktan kaçınırsınız ya da hayatınızdan çıkaramayacak bir konuma koyduysanız depresif bir hayat sürer durursunuz. Bu kişiler size OK olmadığınızı hissettirirler çünkü kendileri de aslında OK olmadıklarını düşünürler. Kendi yetersizliklerini, güçsüzlüklerini bastırmanın, OK olabilmenin tek yolu budur onlara göre, defansif ol ve üste çık, ancak böyle hayatta kalabilirsin..

Eminim her pozisyona ait insanlar var hayatınızda. İşyerinde, arkadaş ortamında, belki çok daha yakınınızda..Peki siz nerede duruyorsunuz hayatta? Nerden bakıyorsunuz dünyaya? Emin olun ki mutluluk dediğimiz şey işte bu durduğunuz noktayla çok doğru orantılı. Tabi şunun altını hemen çizeyim, sürekli aynı pozisyonda kalmıyoruz, bu pozisyonlar arasında gidip geliyoruz ama özellikle stresli olduğumuz zamanlarda belli bir pozisyona düşmeye daha meyilliyiz. Bir olay esnasında önce II.pozisyonda sonra III. pozisyonda da hissedebilirsiniz. İşte bu tamamen bizimle ilgili; I.pozisyonda dünyaya geliyoruz ama aile, kültür, yaşam deneyimleri gibi faktörlerle kendimiz ve hayatla ilgili daha küçücükken farkında olmadan kararlar veriyoruz. Bu kararlara göre de kendimizi, başkalarını ve hayatı algılıyoruz, mutlu ya da mutlu olmamayı seçiyoruz.

Bu kararı değiştirmek mümkün mü peki? Evet mümkün..Eğer kararlıysanız.. Eğer değişmeye istekliyseniz ..Eğer özünüzle tanışmaya hazırsanız mümkün.. Şunu unutmayın ki hepimizin yaşamaya, kabul edilmeye ve fark edilmeye hakkı var..Ne olursa olsun..Nasıl olursa olsun..Bunu unutmayın..

Uzman Psikolog & Yaşam Koçu Manolya ÖZEK

2 Nisan 2010 Cuma

"kendimi ifade edemiyorum"

Bugün biraz canım sıkkın. Çünkü yine kendimi "kendimi ifade edemeyeceğim" bir duruma soktum. Kendimi ifade edememek beni çok etkiliyor. Neden ifade edemediğimi de bilmiyorum. Belki karşımdakilerin beni yanlış anlayacağından korkuyorum, belki doğru kelimeleri bulamıyorum, belki de egom konuşturmuyor.

Egomla olan mücadelemde sanırım hala o baskın. Ama ben hala sabırla bekliyorum. Onu alt edip rahatlayacağım günleri bekliyorum..

Başkalarının haklarını her daim koruyan, koruyamayana yardımcı olan ben (çoğu yerde cadı olarak adlandırılırım), kendi hakkımı hiç arayamıyorum, süt dökmüş kediye dönüyorum. İçimdeki duyguları ifade edemiyorum. İfade edemediğim gibi beni üzmesine de engel olamıyorum. 

29 Mart 2010 Pazartesi

sev-mek

Uzun zamandan beri "sevgi" konusuna taktım kafayı.. Böyle bir soyut duygunun, nasıl oluyor da somut neticeler doğurduğunu düşünüyorum. Ya da insanların "sevgi" anlayışlarını.. Bu duygunun gücünü, insana kattıklarını ve yanlış değerlendirme sonucu insanlardan alıp götürdüklerini...

Sevgi soyut bir şeydir, hiç bir şekilde sahip olamazsın. Sadece onu kullanabilirsin. Ama malesef günümüzde yanlış kullanılıyor. İnsanlar sevgilerine sahip olmak istiyor, sevgiyi kendine değil karşısındakinin eylemlerine odaklıyor. Sevgi duygusunu yaşadığı için mutlu olmuyor, kendini sevdirmek için çabalıyor. Karşısındaki kişiyi olduğu gibi sevdiğini iddia ediyor ama onu değiştirmeye veya ondan bir şeyler talep etmeye çalışıyor. Sevdiği için fedakarlık yapıyor ama aynı şeyi ondan göremeyince olumsuz etkileniyor..

Halbuki sevgi, bir insanın kendine verebileceği en büyük ödüldür. Onu bir şeylere dayandırmamak lazım. Ondan birşey beklememek lazım. İnatla ve ısrarla kendini sevdirmeye çalışmamak lazım. Kişilere değil duygulara odaklanmak lazım. Bugün birini çok seviyorken yarın başka birini çok sevebilirsin. Önemli olan bu duyguyu kaybetmemek, kendimize verdiğimiz bu armağanın farkında olmak. Aksi takdirde, sen kendinden soğursun. Sen kendini sevmezsen, ne başkası seni sever, ne de sen başkasını sevebilirsin...

25 Mart 2010 Perşembe

hobisi olan insanlara özeniyorsanız...

Yaşımız ilerledikçe boş zamanlarımızı verimli dolduramaz olmaya başladık. Zaten iş hayatına kaptırmış gidiyoruz kendimizi. Bir fırsat yaratıp, bir soluk alalım dediğimizde ise ya uyuyoruz, ya arkadaşlarımızla görüşüyoruz ya da uzun zamandır ilgilenemediğimiz evimizle ilgileniyoruz. Tamam, sık sık sinemaya, nadiren de olsa tiyatroya, konsere gidiyoruz.  Akşamları uyumadan birkaç sayfa kitap okuyoruz, sosyal mecralarda (facebook, twitter) arkadaşlarımızla haberleşiyoruz ve uyuyoruz..

Yıllardır aynı düzen devam ediyor. Müdahele etmezsek bundan sonra da böyle devam edecek. Sonra bir gün emekli olacağız, ve bütün zamanlar bizim olacak. Tamam bizim olacak da, biz o zamanımızı o anda nasıl değerlendireceğiz peki? Ya geçmişimiz? Geriye baktığımızda, aynı düzende geçmiş olan 20 yıldan başka elimizde ne kalacak?

Bir cv'de eğitim ve iş tecrübelerinin dışında olmazsa olmaz en önemli bir madde de hobilerdir. İlk iş başvuralarımı yapmaya başladığım dönemlerde, cv'mi hazırlarken, hobilerimi yazmak çok saçma gelirdi bana. İşverenin benim hobilerimle ne alakası olabilirdi ki? Zaten hemen herkes aynı şeyleri yazmıyor mu oraya.. "seyehat, sinema, yüzme, dans, kitap".. Bunca yıldır elime çok cv geçti, birçok da iş görüşmesi yaptım. Hobi satırında, gerçeten hobi olan bir madde çok nadir görmüşümdür. Bu durumu fark ettikten sonra, zamanında işe alan biri olarak cv'lerin hobi satırları benim için daha bir önemli olmaya başladı. Orda farklı bir şey gördüğümde o kişiye olan saygım artıyor, onu merak ediyor ve özeniyordum. Yoğun iş hayatında, keyifle ve heyecanla kendilerine zaman yaratıp, hobilerini icra eden, o zaman diliminde de dünyanın en keyifli insanları olan kişilere hep özenirdim.

Hobi keyif demek, üretim demek, gelişim demek. Hobisi olan kişi üreten kişidir. Ürettiği için mutlu, özgüveni yüksek, kendine yetendir. Kendini bu alanda geliştirendir. Yeteneğini fark eden ve sergileyendir. Özgürdür, saydamdır, güçlüdür..

Hobinin yaşı yoktur. Her yaşta edinilebilir. Tabi bu alışkanlığın çocuk yaşlarda edinilmesi daha kalıcı çözüm olsa da hiç kimse için geç değildir. Yeter ki bunun önemini anlayalım ve ilk adımı atalım.

Ananelerinden edindikleri alışkanlık sayesinde, hobinin önemini ve değerini günümüze taşıyan Kağıt vs Hobi evi, Alaçatı'dan sonra İstanbul Suadiye'de açılmak için son hazırlıklarını yapıyor. Tüm hobi sever minikler için malzemeler alındı, masalar-sandalyeler boyandı, yurt dışından özel malzemeler getirildi. Suadiye şubesi sadece miniklere değil, büyüklere de hizmet verecek. Büyükler için özel atölyeler geliştirilecek ve tüm hobi severlere duyurulacak. Muhteşem keyifli bir organizasyon. İçeri kim girse, içindeki çocuğu ortaya çıkaracağı, yaratıcılığını kullanacağı, hayal dünyasını geliştirebileceği, zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacağı keyifli bir ortam. Atölyelere katılan çocukları düşünsenize... Daha o yaşta birşeyler üretmenin keyfine varacaklar, yaptıkları üretimlerle ailelerine, arkadaşlarına hediyeler verecekler. Geleceğin mutlu ve üretken bireyleri olacaklar. Hayal güçlerini ve el yeteneklerini beraber geliştirecekler. Hayal ettiği birşeyi gerçeğe dönüştürme alışkanlığını edinecekler. Enerjilerini hobilerine harcadıkları için daha sakin, daha huzurlu, daha dingin bireyler olacaklar. Ve tabiki büyüdüklerinde cv'lerine kalıplaşmış cümleler yazmayacaklar :))

Ben ve kardeşim bu konuda çok iyi yetiştirildik. Ailemiz, bir hobi edinmenin öneminin farkında olduğu için bizi bu konuda çok teşfik etti. Müzik, resim, spor konularında gitmediğimiz kurs kalmadı. Çocukken her pazar günü evde, kağıttan evler, hayvanlar yapardık. Daha sonra malesef kendi maymun iştahlılığımız yüzünden ilerletemedik kendimizi. Ama o yaşlarda edinilen tecrübe hala işe yarıyor. Bugün ben her türlü mobilyayı monte edip, elimde matkapla iş yapabilirim. Elimi iyi kullanırım.. Şimdi tekrardan hayalgücümü kullanma ve keyifle, zevkle birşeyler üretme fikri beni çok heycanlandırıyor. Kapının önünde çaktırmadan içeriye bakan çocuklar kadar heyecanlıyım :).

10 Nisan 2010 Cumartesi günü Kağıt vs Hobi Evi Suadiye şubesinin açılışı olacak. Tüm hobi severlerle orda buluşmak ümidiyle..

işte yetenekli çocuklar :)


video - izlesene yetenek sizsiniz 2-1.leri  bilal uğur papi dansı | izlesene.com

22 Mart 2010 Pazartesi

Gülse Birsel'den

Son zamanlarda okuduğum en güzel yazı diyebilirim. Bizler gerçekten daha farklı büyüdük. İyi mi kötü mü bilmiyorum ama hayata ve büyüklerimize karşı daha bir saygılıydık sanki. Şimdiki gençler birçok şeyi zamanından önce yaşıyor gibi geliyor bana. Daha özgürler. Bu beni heycanlandırdığı kadar tedirgin de ediyor. Herşey bu kadar erken yaşanırsa, ileriki yıllara ne kalacak. Herşey tüketilince bunalımlar başlamayacak mı? Bilmiyorum belki de başlamaz, belki de geriye kalan zamanda bireysel olarak daha ileri mevkilere ulaşacaklar, daha çok şey üretecekler. Umarım böyle olur. Dün "Yetenek Sizsiniz" yarışmasını kazanan çocuklara çok sevindim ve içten içe çoook mutlu oldum. Çünkü muhtemelen bu çocuklar, asi ve haylaz çocuklar. Ailelerinin başa çıkamadığı, başına buyruk yaşayan, derslerin de çok iyi olmayan çocuklar. Gelecekleri endişe yaratırken, bu ikili kendine göre bir dans (poppin) alışkanlığı edinerek bu yarışmaya katıldılar. Ve dün gece belki de onların hayatı değişti. Düşünsenize, bu asi çocuklar  kavga ortamında tanışıp, bir şekilde birşey ürettiler ve bu üretimlerini herkese gösterebilme fırsatı buldular. Beğenildiler, hem de çok beğenildiler.. Umarım, yeni gençliğin bu asiliği bu çocuklarda olduğu gibi faydalı olur.

Şimdi sizleri Gülse Birsel'in yazısıyla başbaşa bırakıyorum. Eminim bu yazı beni olduğu kadar sizi de düşündürecek.....

Hep söylüyorum, biz çocukken midemiz bulanınca ekmek yedirirlerdi,
grip "Yatınca geçer"di,
başın ağrıyorsa "Çocukların başı ağrımaz" denirdi,
uykun kaçıyorsa "Oyuncaklarını düşün, güzel rüyalar görürsün" şeklinde konu
halledilirdi!
Okuma yazmayı öğrenemiyorsan ya, "Tembel"din ya "Yavaştan, sağlam
sağlam öğreniyor"dun!
Hüzünlü bir çocuksan "Yazar olacak herhalde" derlerdi,
yerinde duramıyorsan, etrafa saldırıyorsan bir tane çakarlardı,
susup otururdun.
Kanaatimce pedagojinin zirve yaptığı yıllardı o yıllar.
Çünkü sonra sonra, koşup oynadıktan sonra öksüren çocuk 'astım başlangıcı',
okuma yazmayı zor söküyorsa 'disleksik', hüzünlüyse 'depresif',
aşırı hareketliyse 'hiperaktif' diye nitelendirilmeye başlandı ve o sinameki yetiştirilen tipsizler şimdi büyüdüler! O kadar ilgi alaka sonrası ola ola ne oldular? Emo!
Emo ne?
Hani beş-altı yıldır etrafta saçlarını gözlerinin tekini kapatacak şekilde öne öne tarayan, miskin görünüşlü, asık suratlı, beti benzi atmış, sıska,
dar pantolonlu, converse'li, siyah ojeli ergenler var ya...
Taksim'de kaldırımlarda filan oturuyorlar.
Aha onlar Emo!
Emo kelimesinin emotional'dan (hissi) geldiği, bu yavruların pek bunalımlı pek güvensiz ve duygusal olduğu, topluma uyum sağlayamadıkları için böyle takıldıkları söyleniyor.
Bizim zamanımızda punk vardı ya, onun gibi bir akım, ama bir halta yaramayanı!

*HERKESİN KEYFİNİ KAÇIRDIM*
Ay kıyamaam! Zamanında, kendi ergen yıllarımda bu akım
daha dünyada yokken 10 gün emo takılmışlığım vardır! Kafam neye bozuktu
hatırlamıyorum ama o 10 gün, üstelik de yaz tatilinde, evin o köşesinden bu
köşesine oflaya poflaya nemli gözlerle dolaştım. Saçımı taramadım, denize
gitmedim, sohbetlere katılmadım, tebessüm bile etmedim. Akşamları karabasan gibi yemek masasına çöküp herkesin keyfini kaçırdım. Bir akşamüstü, balkonda otururken annem "Ne bu surat her gün, senin derdin ne kızım aaa..." şeklinde pedagojik bir açılım yaptı.
"Sıkılıyorum... Hayat çok anlamsız" cevabımın üzerinden sanırım
birkaç saniye geçmişti ki, acı ve can havliyle bir metre havaya sıçradım.
Annem, her Türk annesinin uzmanı olduğu 'mıncırma' hamlesini oldukça sert ve uyarısız gerçekleştirmişti.
Mıncırma, malumunuz evlat artık poposuna terlikle vurulmayacak kadar büyüdüyse, ancak tekdir ile de uslanmıyor ve hakkı kötekse kullanılan, konu komşu, bitişik ev duyar ihtimaline karşı avaz avaz bağırmak yerine geçen bir terbiye şeklidir.
Tercihen bel veya bacak bölgesinden bir alan seçilir, elle kavranır ve et, 180 derece çevrilir!
Hemen ardından, daha acım ve şaşkınlığım hüküm sürerken, annem kısık sesle,
yüzünü yüzüme yaklaştırarak "Alırım ayağımın altına" diye başladı ve "Karnın tok sırtın pek! Aklını başına topla! Sıkılıyorsan
da git bakkala evin alışverişini yap, sonra da gel yemek kitabından bir kurabiye pişir, akşam misafir var, hadi yallah..." şeklinde bitirdi!

*NE DERDİM KALDI NE DE TASAM*
Malumunuz eti mıncırılan ergen olay yerinde fazla kalamaz, mıncırandan tırstığı için kendisine yalakalık yapar, arzu ettiği aktiviteleri gerçekleştirir.
Mıncıran mutlu, mıncırılansa artık efendi bir insandır! Aynen öyle oldu.
Mıncırma sonrası ne derdim kaldı ne tasam! Emo'luğum o gün bitti, bu yaşa
kadar da hep mutlu mesut, uyumlu, üretken biri olarak yaşadım. Şimdinin
sokakta bira içen, gelen geçenden ihtiyacı var diye değil, hayat tarzı sandığı için para dilenen, dünyanın bütün derdi sırtındaymış gibi davranıp,
bunalım takılıp bir işin ucundan tutmayan emo'larının başında, bizim zamanımızın anne babaları olacaktı ki. Ohoo... Muma dönerdi hepsi! Bir kere her şeyden önce bütün o yüzü gözü saçla kaplı eşek herifleri
bir eşek tıraşına götürürlerdi, kesin!
Ülkenin gençlerine bak.
Tarikat yurtlarında yetiştirilen çocuklar, polise atsın diye eline taş verilenler, bir de emo'lar!
Gelecekten çok umutluyum çok!

18 Mart 2010 Perşembe

82 yaşındaki Betül Mardin'den kadınlara öğütler


1. Her sabah spor yapacaksın. Günaşırı filan değil evladım. Her sabah.

2. Hep çalışacaksın. Üreteceksin. Beynin meşgul olacak, hep koşturman gereken işler olacak.

3. Günceli takip edeceksin. Haber izle, dergi, kitap, gazete oku. Gündemi yakala. Her konuda kendini update et. Yeni çıkan kitapları da bil, yeni açılan lokantaları da, bu sene moda olan renkleri de.

4. Evlilik ise şart değil, kafanı takma. Gerekli de değil. Hatta şöyle söyleyeyim: One problem less! (Bir problem eksik!)

5. Çocuk meselesine gelince... Ha işte, burada akan sular duruyor. Yapabiliyorsan yap. Birini bu kadar çok sevmek, onun sorumluluğunu taşımak sadece onu değil, seni de mutlu eder. Doğurmayacaksan, evlat edin. O zaman da senin çocuğun değişen bir şey  yok. Evlat edinmeyeceksen de, manevi çocuğun olsun, birini okut, geleceğini şekillendirmesine yardımcı ol.

6. Günde bir kere et ye. Mutlaka her öğün sebze ve meyve ye. Kusura bakma, ben tatlı severim. Tatlıdan uzak dur diyemeyeceğim!

7. Ölümden sonra yaşamak istiyorsan, günlük tut. O küçük notlar, hem kendi hayatının tanıklığı, hem de yarına kalan bir bilgi kaynağı. Mesele benim babam, hiç üşünmeden 60 sene boyunca her gün Ece Ajanda'sına o gün olanları yazmış. Hâlâ açıp okuyorum ve çok faydalanıyorum.

8. Olumlu olacaksın.

9. Bazı şeyleri kabul edeceksin. Bütün kadınların seni sevmesine imkân yok! Demek ki bazı kadınlara dikkat edeceksin.

10. Erkeklere gelince, aynı anda birkaçını sevmeyeceksin. Ama onların böyle bir yeteneği olduğunu bileceksin!!!

17 Mart 2010 Çarşamba

u-ticaret

Son 3 yıldır hayatımıza giren ve en önemli iletişim kaynağımız haline gelen sosyal mecralar (facebook, twitter, linkedn, friend fied, vs..) hayatımızı önemli şekilde değiştirdi. Önceleri "aa ilkokul arkadaşlarımı buluyorum" diye başlayan hevesimiz şimdilerde çok farklı heveslere yerini bırakıyor. Sırasıyla ilkokul, ortaokul, lise arkadaşlarımız derken yavaş yavaş fotoğraflarımızı upload ettik, fikirlerimizi paylaştık, beğendiğimiz videoları paylaştık. Bir tuşla yaklaşık 300 - 400 kişiye 1 saniyenin içinde ulaşmaya başladık. Onlar da kendi arkadaşlarıyla paylaşmaya başlayınca bir anda yayıncı olup çıkıverdik. Evet eskiden sadece bilgi kaynağı olarak kullanılan internet (web 1.0), artık herbirimiz için inanılmaz bir yayın organı haline (web 2.0) geldi. Anında geri dönüşler alabildiğimiz, anketler yapabildiğimiz bir ortamdayız artık.

Geçen hafta Mashar Alanson yeni bestesini twitter vasıtasıyla sevenleriyle paylaştı ve yorumlarını aldı. Eskiden kaset yapıp, satışa sunulduktan sonra elde edilebilen geri dönüşler artık 1 dakika içinde yapılabiliyor. Bunun farkında olanlar da hiç zaman kaybetmeden gelişimlerini hızlandırabiliyorlar.

Bizler eskiden sesimizi duyuramazken, şimdi sanal ortamlarda fikirlerimizi, görüşlerimizi, düşüncelerimizi paylaşabiliyoruz. Bizler kendi beğendiklerimizi takibimize alırken, bizi beğenenlerde bizi takiplerine alabiliyorlar. Yani artık herkes kendi çapında birer "ünlü", birer "yayıncı". İlkokul sıralarında tanıştığımız veya tanışmadığımız herkes bizim hakkında fikir sahibi olabiliyorlar. Kendi bloglarımızı yaratıyor kendimizi tanıtıyoruz. Kimimiz günlük tutar gibi hayatını paylaşıyor, kimimiz işiyle ilgili projelerini, sunumlarını, becerilerini, beğenilerini paylaşıyor. Artık herkes kendi mecrasında kendini satıyor. Paylaşıma koyduğu bir video, bir şarkı bile o insanı tanımamıza, anlamamıza yardımcı oluyor. İhtiyacımız olan bir beceriye sahip birini bulmamız çok kolaylaştı. Mesela ben, aylardır aradığımız flex konusunda uzman birini internette araştırırken buldum. Önce o kişinin blogundan, beklentimizi karşılayabileceğini anladım ve facebook'tan mesaj atarak ulaştım. Bunların hepsi sadece 1 gün içinde oldu. Sanal ortamda buluşarak konuştuk ve anlaştık. Şimdi projemiz başladı bile :)

Sosyal mecralar artık bizler için kendimizi tanıtabileceğimiz, bir birey olarak kendimizi satabileceğimiz ortamlar oldu. Bu ortamları iyi kullanmayı becerenler profesyonel ve sosyal ortamlarda hak ettiği yere gelecekler. u-ticaret hepimize hayırlı uğurlu olsun :)))

16 Mart 2010 Salı

Erkek dediğin...

Can Dündar yazmış, ben de paylaşayım dedim :)
"Seni elinin tersiyle değil avucunun içiyle kavrayacak. Bileceksin ki emin ellerdeyim, başkası tutamaz elimi böyle.
Rahat olacaksın yanında, çok konuşmayacak, beynini didiklemeyecek.
İnce olacak; seni senin kadar düşünecek. Sen onu merak ettiğinde kendisine hesap soruluyor havalarına girmeyecek. Senin inceliğine karşı umursamaz sözler sarf etmeyecek.
Adamın sinirini bozmayacak, cinlerini tepesine çıkarmayacak, sanki sen onun için varmışsın her ne zaman istese emrine amadeymişsin, o ne yaparsa yapsın her istediğinde yanında elinin altında olacakmışsın triplerine girmeyecek.

Sen ona sevgini hissettirdiğinde, sen ona kayıtsız şartsız aşıkmışsın gibi havalara girmeyecek.
Erkek dediğin ilgi gördüğünde ilgiyle, sevgi gördüğünde sevgiyle karşılık verecek.

Erkek dediğin, sen onun için kendine baktığında, sırf ona daha güzel görünmek için giyinip kuşandığında hiçbir şey olmamış gibi davranmayacak.
Ruhunu okşamasını bilecek. Romantik olacak kimi gün habersizce kucağında çiçeklerle çıkıp gelecek. Özel günleri unutmayı marifet sanmayacak.
Kayıtsız olmayacak senin bütün zerafetine karşı. Gerçekten seven bir kadın sevgi ve ilgi bekler, erkeğine verdiği aşkın karşılığında küçük bir tatlı söz, kısa bir mesaj, bir çağrı bile onu mutlu edebilir. Erkek dediğin bütün bunları cebinden para harcıyormuş gibi cimrilikle yapmayacak.
Ben aranmayı, çok aramayı sevmem demeyecek. Her şey kendi istediği gibi olsun istemeyecek. Sadece kendi canının istemesine bağlamayacak her şeyi.
Erkek dediğinin, hissettiğiyle yaptığı şey arasında uçurum olmayacak. Cesur olacak cesur. Seni seviyorum derken korkmayacak, başka şeylerin arkasına gizlenmeyecek.

Seviyorum deyip bir sonraki perdede kaçmayacak, özlüyorum diyorsa gelecek, kaybetmek istemiyorum diyorsa kaybetmeyecek.
Erkek dediğin askına sahip çıkacak. Korkak olmaz erkek dediğin. Erkek dediğin iyi sevişecek. Koyun gibi yatmayacak, bir an önce şu iş bitse demeyecek.
Aşksız yatmayacak yatağa ve sen bunu bileceksin. Bir baba şefkatiyle seni alnından öptüğünde bileceksin ki sevgisi geçici ve zayıf değildir.Ve sevgiyle öptüğünde dudaklarından bileceksin ki öpüşün tek sebebi şehvet değildir.
Erkek dediğin yakışıklı olacak, çekici olacak ama bundan çok daha öte bir şey...
Zeki olacak.
Kadının küçük yalanlara, bahanelere inanmayacağını, kendisini kendi gibi tanıdığını bilecek. Kadının zekasını küçümsemeyecek kadar zeki olacak. Zeki olacak, seni bir hamur gibi karmasını bilecek, o hamura kendisi
katmasını da.
Değerlerini bir anlık hevesler uğruna satmayacak.
Namussuzluğunu, ahlaksızlığını ancak ve ancak seninle yataktayken kullanacak.
Erkek dediğin önce sevecek.
Kendini sevmeyen erkekten kimseye hayır gelmez. Bir bakarsın ki yıllar sonra bu adamla ne yatağa sığıyorsun, ne toprağa... Koluna girip gezmesini bileceksin gururla, koynuna alıp sevişmesini de. Babalığını da bilecek, ana-babaya hürmet etmeyi, kadir kıymet bilmeyi, vefakarlığı, fedakarlığı...
Erkek dediğin seni koruyacak,kuşatacak.
O nerede olursa olsun seni koruyacağını bileceksin.
Pısırık olmayacak erkek dediğin. Erkek dediğin erkek olacak.
Seni sadece sen olduğun için sevecek. Parayla pulla, kariyerle, güçle, kimin ne dediğiyle hareket etmeyecek.
Hem sevgilin, hem arkadaşın, hem dostun, hem baban, hem çocuğun olacak, huzurla bağrına basacaksın. "

Can Dündar

Renkler

Renklerin her zaman hayatımda çok büyük bir yeri olmuştur. Herbirinin benim hayatımda ve ruhumda taşıdığı izler çok önemlidir. Her ne kadar sadeliği özensem de karışık renkler beni daha fazla cezbeder. Farkında olmadan kendimi karmakarışık renklerin arasında bulurum.

Renklerin insan üzerindeki etkilerini ilk duyduğumda çok ilgimi çekmişti. Sanırım ortaokulda okuyordum o dönemde. ve o dönemden beri dönemsel psikolojimi, farkında olmadan seçtiğim o an ki renklerden anlarım.
Ruhumun en çılgın anlarında genelde Kırmızı, turuncu, mor gibi renkleri seçiyorum. En huzurlu ve en sakin dönemlerimde yeşil, turkuaz ve kahve rengi karışımlarına gidiyorum. Kararsız olduğumda gri'yi, cesur olduğumda beyazı, mutlu olduğumda ise fosforlu renkleri tercih ediyorum.

Renklere sahip olmak çok büyük bir lüks. Önemli olan bu güzelliklerin farkına varabilmek ve renklerden korkmamak.. Hayatımızdaki renklerin hiç eksilmemesini dilerim..

Renkler

Colours from Charlie McCarthy on Vimeo.

14 Mart 2010 Pazar

inovasyon ve özerklik

19 Ocak'ta, iş dünyasında olması gereken özerklik hakkında bir yazı yazmıştım. Bilim dünyasının günümüz için verdiği öğütleri, iş dünyasının uygulamadığından bahsetmiştim. Bu sabah Haber Türk gazetesinin HT Kariyer sayfasında bu konuyla alakalı bir uygulamaya yer vermişlerdi. Büyük şirketler bu durumun farkına varmış ve çalışanlarının kendi mesailerini kendilerinin belirlemesine imkan vermeye başlamışlar. Şimdilik bu uygulama çoğunlukla IT şirketlerinde uygulanıyormuş. Çalışanlar isterlerse şirket network'üne evlerinden bağlanarak istedikleri günler evden çalışabiliyorlarmış. Tabi bu uygulama her pozisyon için geçerli olamayabilir ama daha önceki yazımda zaten hangi pozisyonlarda uygulanması tavsiye edildiğinden bahsetmiştim.

Bu tarz haberleri okumaktan çok keyif alıyorum. Çünkü ben yazımı yayınladığımda, bu tarz uygulamaların ülkemizde asla uygulanamayacağıyla ilgili DM'ler almıştım. Herkesin hayalini kurduğu ama imkansız gördüğü birşeydi. Zaten bizler kendi hayatımızı kendi beyinlerimizde kısıtlamıyor muyuz?.. İmkansızı da yaratan biziz, imkansız görünen şeyi imkana çeviren de biziz. Yeter ki beyinlerimizi tıkamayalım. Kendimizi herşeye, her güzel yeniliğe açalım.

Gündemimizin bir yeni konusu da inovasyon. Şimdi bütün büyük şirketler bu konuya odaklanmış durumdalar. Alışkanlıklardan sıyrılıp, sistemi yenilemek zor bir uygulamadır. Kimse durduk yerde çalışan sistemine çomak sokmak istemez. Ama fark yaratmak istiyorsak artık çomağı sokmamızın zamanı gelmiştir. Eğitim şirketleri kendilerini bu konuya hazırlaya dursun biz 2 yıl önce Arkas Otomotiv'de bu uygulamaya başlamıştık zaten. Hem de hiçbir danışmanlık firmasından destek almadan. Kendi iç gücümüzün farkında olarak. Çeşitli markalarımızın ve şubelerimizin satış personellerini, farklı gruplar altında toplayarak bir zincir oluşturmuştuk. Yıllardır ezberimize aldığımız satış prosedürlerini unutarak sil baştan yenilerini yaratmıştık. P&L tablolarımızı daha verimli sonuçlar üretecek hale getirmiştik. Holding'in dar zihniyeti olmasaydı şimdi çok farklı yerlerde olabilirlerdi ama timsah beyinler sağolsun. Timsah diyorum çünkü timsahlar çevresinde bir yenilik gördüğünde onu yenmek, öldürmek ya da kaçmak isterlermiş :))) (kaynak: ht kariyer).

Kriz algısı geçen yıla göre biraz daha azalmış durumda. Tabi bu süreç bizlere çok şey öğretti. Kimileri bu krizden kötü etkilenirken kimileri de fırsata çevirdi. Ama en önemlisi, herkes birazcık olsun kendisini yeniliklere açmaya başladı. İnsan kaynakları ve eğitim hak ettiği önemi kazanmaya başladı. Şimdi sıra özerklik ve inovasyonda. Bu konuda dersini en iyi çalışanlar çok iyi yerlere gelecekler. Ben inanıyorum. Sizler de inanın. Ve bu konuda okumaya araştırmaya devam edin.

13 Mart 2010 Cumartesi

bu hafta...

Oooo Salı gününden beri bloguma yazmamışım. Ama günler nasıl geçti anlamadım. Çok yoğun ve keyifli bir hafta geçirdim. Yoğun ve başarılı bir haftanın ödülünü bu gece kendime vereceğim :)) Yan'da Selocan'ın b-day partisi olacak. Hem özlediğim arkadaşlarımı göreceğim hem de eğleneceğim.

Bu hafta hayatımda neler değiştiğine gelince: Arsan Danışmanlığın ofisini kurduk sayılır (çok güzel oldu), Kağıt Vs Alaçatı'nın İstanbul şubesini açıyoruz (muhteşem mobilyalar aldık ve monte ediyoruz), uzun zamandır görüştüğümüz eğitim firması ile güzel bir toplantı yaptık, artık photoshop ve freehand'i öğrendim şimdi illustrator'a başladım ve en önemlisi artık Enis Romanya'dan İStanbul'a temelli dönüş yaptı :). Enis ile tekrar aynı şehirde yaşıyor olmak beni çok mutlu ediyor. Çünkü ne zaman ihtiyacım olduğunda ona ulaşabileceğimi bilmek beni içten içe çok rahatlatıyor.

Şimdilik bu kadar, biraz daha mobilya monte edip akşam için hazırlanmaya başlamam lazım :) haa bu arada satrançta iyi gidiyorum şimdilik. Geçen yazımdan sonra tekrar aynı hataya düşmüyorum galiba...

9 Mart 2010 Salı

Tecrübe ve el alışkanlığı

2009 yılı Nisan ayında iphone application'ı ile satranç oynamaya başladım. En son çook küçükken biraz ilgilenmiştim ama pek üzerinde durmadığım için tekrardan öğrenmek ve bol bol antrenman yapmak durumunda kaldım. Telefonumdaki appl ile kendime arkadaş buluyor hemen hemen hergün en az 10 kişiye hamle yapıyordum..

Tabi oyuna yeni başladığım için çok dikkatli davranıyor, bir hamle yapmadan önce kimi zaman dakikalarca düşünüyordum. Çok hoşuma gitmiş, çok keyif almaya başlamıştım. Kısa zamanda bir çok ustayı da yendiğim olmuştu :). O dönemlerde şunu fark ettim: ben atak konusunda pasif ama savunma konusunda çok güçlüydüm. Tarafıma gelebilecek herhangi bir saldırıyı çok iyi hissediyor ve önlem alabiliyordum. Ama kendim stratejiler oluşturup atakta bulunmakta zayıftım. Aynen gerçek hayatta da olduğu gibi :) Kimseye zarar veremem ama kendimi de çok iyi kollarım. Bu durumu fark edince, oyunlarımda kendimi bu konuda geliştirmeye çalıştım. 3-5 hamle sonrasını düşünerek stratejiler oluşturuyor ve rakibimi köşeye sıkıştırmanın keyfini yaşıyordum. Bir süre sonra artık gerçekten iyi bir satranç oynayıcısı olmaya başlamıştım.

Derken bir süre ara verdim. 4 ay falan olmuştu galiba. Ve geçen hafta ilk hamlemi yaparak yeni bir oyun başlattım. Çok enteresan bir şey oldu bu sefer. Oyunu yeni öğrendiğim zaman bile yapmadığım hataları yapmaya başladım ve çok kısa bir süre sonra şah mat oldum. Çünkü el alışkanlığımı kaybetmiştim ve kaybettiğimin farkında olmadığım için saçma bir özgüvenle hamlelerimi yapmıştım.

Bunları neden mi yazıyorum?.. Çünkü bir şey fark ettim. Ne kadar zeki olursan ol, ne kadar akıllı olursan ol tecrübe ve el alışkanlığı çok önemli. Aynen iş dünyasında da olduğu gibi... Tecrübe parayla veya zekayla alınabilecek bir şey değil. Her yeni gelen nesil daha iyi eğitim almış veya daha zeki olmuş olabilir. Ama hiçbiri tecrübe ile yarışamaz. Bizlerin, iş dünyasındaki tecrübe sahibi kişilerden öğrenmesi gereken çok şey var. Onların teknolojisi, sistemi ve yöntemi bize çok hantal ve eski gelebiliyor olabilir ama bizler ne kadar teknoloji konusunda onlara fark atmış olsak da kendimize fazla güvenmeyelim. Üretimimize ara vermeyelim. Vermeyelim ki el alışkanlığımız kaybolmasın. Bir zamanlar bir işi çok iyi yapabiliyor olmak, uzun bir aradan sonra hala yapabileceğimiz anlamına gelmez. Tecrübe ve el alışkanlığı önemli ise herhangi bir konuda istikrarlı olmalıyız. Olmalıyız çünkü tecrübe ve el alışkanlığı ancak bu şekilde oluşur ve bizi başarıya götürür.

"dinleyin" arkadaşlar..

Yıllar önce İzmir'deyken bir gün ev telefonumuz (oda telefonum - o dönemler oda telefonu çok lükstü) çaldı. Ben açtım. Ne söylediği anlaşılamayan bir erkek sesi anlamsız kelimeleri bir araya getirerek yüksek sesle bişiyler konuşuyordu. Sesi yaşlı gibi geliyordu ama tam da emin olamıyordum. Biri benle dalga geçiyor, beni korkutmak istiyor olabilirdi. Telefonu adamın suratına kapattıkça her 10 dak'da telefonum çalıyor, yine adamın sesini duyunca suratına kapatıyordum. Ne diyordu hiç anlamıyordum, dinlemeye de fırsat vermiyordum. Ne de olsa o dönemler (tam lise çağları) odamda telefonum ve ayrı hattım olduğunu bilen herkes arıyor, çoğu zaman da sarkıntılık yapıyorlardı.

Adamın telefonları sıklaştıkça gerilmeye başlamıştım. Nasıl terbiyesiz bir adamdı ki yaşına başına bakmadan arıyor, anlamsız ses toplulukları ile beni korkutuyordu. Anneme anlattım durumu. ve bir sonraki telefonu o açtı. Önce o da kızdı, adama bağırdı ve telefonu kapattı. Ama adam tekrar arayınca telefondaki sesi dikkatle dinledi. Dinledikçe yüzündeki gerginliğin yerini bir endişe almaya başlamıştı. Annemin ağzından çıkan şu sözleri çok iyi hatırlıyorum: amca senin bir problemin mi var, yardım mı istiyorsun. Adresin ne, telefonun ne, bir ambulans göndereyim mi? O anda kaynar sular kafamdan aşağı dökülmeye başlamıştı. Evet adam yaşlı ve evinde yalnız yaşayan bir adamdı. Hastalanmıştı ve kızını aramaya çalışıyordu. Yanlışlıkla bizim numaramızı tuşluyor ve derdini anlatmaya, yardım istemeye çalışıyordu...

Annemin sayesinde adamın problemini çözmüştük. Kızının numarasını biz öğrenerek haber verdik. Problem çözülmüştü ama bu olay benim için çok büyük bir ders olmuştu. İnsanları iyice dinlemenin ne demek olduğunu ve önyargının ne kadar kötü birşey olduğunu o gece çok iyi anlamıştım. Adama önyargılı yaklaşıp dinlemediğim daha doğrusu dinlemeye çalışmadığım için adamın başına bişiy gelebilirdi.

O günden beri herkesi çok iyi dinlerim ben. Yolda biri durdursa onu çok iyi dinlerim gerçekten... Belki de bir yardıma ihtiyacı vardır... Dinleyip anlamadan bir yargıda bulunmamaya çalışırım. Önyargı günümüzün en büyük tehlikesi, en güçlü silahı. Nolur bunun farkında olun ve dinlemeden anlamadan kimseyi yargılamayın.