31 Ekim 2011 Pazartesi

Van için Rock 'daydık :))



Dün Van'daki depremzedelere yardım amacıyla gerçekleşen 'Van için Rock' konserindeydik. 40 muhteşem grubun yer aldığı konserde yaklaşık 500bin TL ve 4 kamyon yardım malzemesi toplandı. 13bin adet bilet satıldı, bilet kalmadığı için gelemeyenler de Tv'den canlı canlı seyretti..

Bu konsere tepki ile yaklaşanlar da oldu. Anlam vermediler ve hemen suçlamaya başladılar. Ama onların atladığı 2 şey oldu: Birincisi müzik sadece eğlence değildir. Müzik bir ifade şeklidir. Sevincin kadar üzüntünü, acını, hayal kırıklığını, isyanını ifade edebildiğin, hislerini dolu dolu yaşayabildiğin bir araçtır. Ki zaten insanlar en büyük acılarını yaşadıklarında da iç güdüsel olarak ağıt yakmazlar mı? Rock müzik de kimi zaman bir isyandır. Haksızlığa, açlığa, yoksulluğa, çaresizliğe değinen bir haykırış..
İkinci önemli şey ise sonucudur. İster takdir görsün ister eleştirilsin bu konser sayesinde yaklaşık 500bin TL toplandı. Bilet paraları, içerde yediğimiz içtiğimiz şeylerin parası, gönderilen sms'ler sayesinde oldu bu. Peki bu para başka şekilde toplanamaz mıydı? Toplanabilirdi belki ama bu kadar hızlı olabilir miydi tartışılır. Varsın çoğu katılımcı yardım amacıyla gelmemiş olsun. Sonuçta ister istemez onların da finansal katkıları olmadı mı?

Bazen birşeylere tepki vermeden önce sonucunu düşünmekte fayda var. Eğer alternatif bir yöntem öneremiyorsan eleştirmeyeceksin de!. Önyargılı olmayacaksın!. Daha iyi bir fikrin varsa al aksiyonunu. Merak etme biz seni eleştirmeyiz, eğer fayda yaratacaksan destek oluruz..

27 Eylül 2011 Salı

otomotiv sektörü - sosyal mecra

Bu aralar otomotiv markalarının sosyal mecrayı nasıl kullandıklarına (daha doğrusu kullanabilip, kullanabilemediklerine) taktım kafayı.. Böyle bir fırsatı umarım kaçırmıyorlardır..

Bugün ki araştırmama göre şu ana kadar bulabildiğim en yüksek beğeniye sahip facebook sayfası VW Türkiye sayfasına ait: 493bin'in üzerinde. Fiat Tr'nin ise 389bin'in, Renault Tr ise 374bin'in üzerinde. Ford ve BMW sayfalarında iş ilanları da sergileniyor.

Daha araştırmamın başındayım. Bakalım sonucunda neler çıkacak?

16 Ağustos 2011 Salı

Sesin çıksın biraz!..

Okuldaki başarı ile iş hayatında ki başarının birbiri ile alakalı olmadığını düşünüyorum. Hatta aralarında ters orantı var bile diyebilirim. Öğrencilikte genellikle daha zeki, sessiz, çalışkan, sakin insanlar başarılı olurken, iş dünyasında daha fırlama, sosyal, heyecanlı insanlar başarıyı yakalıyor. Tabi burda 'başarılı' dan kastım çabuk terfi eden, çabuk yükselen, daha çok para kazanan..

Her ne kadar bana yanlış düşündüğümü söyleyen yöneticilerim olsa da, ben iş dünyasında cazgırlığın prim yaptığı görüşündeyim. Çünkü bana hep böylesi denk geldi.. Üretken, akıllı, sonuç odaklı olman yetmiyor. Biraz sesi yüksek, biraz gösterişli, biraz cazgır olman gerekiyor kariyer basamaklarını tırmanırken. Hakkını araman gerekiyor, terfi edilmeyi beklemeyip hak ettiğine inandığın zaman talep etmen gerekiyor. Dolayısıyla biraz yırtık olman gerekiyor. Eğer sen yırtık olmazsan, efendi şekilde üstlerin tarafından yükseltilmeyi beklersen büyük bir kısır döngünün içinde sıkışır kalırsın. Yaşın ilerledikçe iyice içinden çıkılmaz bir girdapta sürüklenir gidersin.

Kariyer basamaklarının zamanı çok önemlidir. Eğer zamanı geldiğinde atlaman gereken basamağa atlayamazsan, o basamağın eşiği gün be gün senden uzaklaşır. Hele belli bir yaşa geldiğinde , bu yaşa kadar hala müdür olamadığın için başarısız olarak bile algılanırsın. Kimse bilmez senin işini ne kadar iyi yaptığını, neler ürettiğini, nasıl güzel yöneticilik yapabileceğini.. Sonuçta o yaşa gelmişsin ve yöneticilik tecrüben yok. Dışarda seni tanımayan şirketler sana bu şansı niye versin ki?? İçerde de mevcut yöneticinin ölmesini bekleyemeyeceğine göre!... Ayrıca zaten bu saate kadar sesini çıkartmamış, mevcut düzende bir tehlike oluşturmamışsın ki!..

Bu yazdıklarım bir çoğunuza ters gelebilir. Gerçek kurumsal şirketlerde her çalışanın kariyer planı olduğu ve zamanı geldiğinde mevki atladığını söyleyebilirsiniz. Diyorum ya belki de bana hiç denk gelmedi. Ya da belki ben hep rekabetin yüksek olduğu perakende sektörlerinde bulunduğum için böyle gördüm. Sabah 9- Akşam 6 memur zihniyetli ortamlarda hiç çalışmadım ki. Oralarda hayat nasıl olur hiç bilmiyorum..

Benim bildiğim: sen hakkını aramadığın, sesini çıkarmadığın sürece kendi geleceğin için bir adım atamazsın. Şubenin en başarılı satış danışmanı olursan asla satış müdürü olamazsın. Çünkü sen cazgırlık yapmadığın sürece, senin gibi iyi satış yapan birini asla yönetici yapıp operasyondan çekmezler. Başka yerler de seni tanımadığı için böyle bir riske giremez. En başarılı satış danışmanı olarak 40 yaşına kadar gelirsin. 40'ından sonra da iş görüşmelerinde kendini ifade etmeye çalışırsın..

Şimdi eğer bu yazıyı okuyorsan ve  hak ettiğin pozisyonda olmadığını düşünüyorsan, hiç zaman kaybetme ve istediğin pozisyona talip ol. O pozisyonu ne yapıp ne edip al. Sesin çıksın biraz!. Tabi ki ipleri koparma veya geri dönüşü olmayan aksiyonlar alma. Ama artık huysuzlandığını hissettir. Ne de olsa sen zekisin, nasıl davranman gerektiğini bilirsin.

Konu konuyu açar derler ya, aklıma daha bir sürü konu başlığı geliyor:
1. Şirketler neden içerden terfi yerine dışardan birini getirirler? Kendi yetiştirdikleri elemanlara güvenmiyorlar mı?
2. İçerden terfinin avantajları ve dezavantajları

Bu konuda görüşleriniz varsa, duymaktan memnun olurum.
Sevgiler



1 Mayıs 2011 Pazar

Alt tarafı 'bir iş ilanı' deyip geçmeyin!.


Geçen gün bir iş ilanı gördüm. Bir reklam ajansı için yazar arıyorlardı. Ancak ilanda en dikkat çeken şey ''az buçuk deli yazarlar arıyoruz'' cümlesiydi. Sanırım hayatımda gördüğüm en başarılı iş ilanıydı diyebilirim. O cümle öyle bir albeni yaratmıştı ki, ben bile başvurmak istedim :) İnsan psikolojisi öyle bir şey ki hepimiz iç dünyamızda kendimizi deli sanıyoruz ve bundan keyif alıyoruz. Bunu bir çok nedene bağlayabilirim (deli olduğunu düşünmek değişik bir yaratıcılık, özgürlük sağlıyor, kendini diğer insanlardan farklı hissetmeni sağlıyor, FARKLI olduğunu hissetmeni sağlıyor, vs) ama şu an bahsetmek istediğim konu deli olmayı istemenin bilinçaltımızdaki nedenlerini sıralayarak psikolojik bir yazı yazmak değil. Bir ara onunla ilgili de görüşlerimi yazmayı planlıyorum :)

Neyse, ben de bu ilandan ilham alarak uzun zamandır sosyal medyalar vasıtasıyla aradığım eleman ilanlarını revize ettim: ''cıvıl cıvıl, yerinde duramayan, fırlama ama kafası çok iyi çalışan takım arkadaşları arıyoruz'' diye. Çünkü artık işsizim diye dolaşıp iş görüşmesi randevusuna gelmeyen, geldiği zaman nereye  geldiğini bile bilmeyen, araştırmayan, kariyer hedefiniz nedir dediğimde farketmez diyen kişiler ile görüşmekten çok sıkılmıştım. Kişilerle mesleki yeterliliklerini, karşılıklı birbirimize sağlayabileceğimiz faydaları konuşmayı bıraktık, kişilere resmen başvurdukları kurumun ne olduğunu anlatmaya, onların pozisyona değil de pozisyonun onlara uygun olup olmadığını sorgulamaya başlamıştık (tabi gelme lütfunu gösterirlerse). Eskiden internet yokken bile insanların çevrelerini arayarak bilgi almaya çalıştıklarını düşündükçe, bugün ne oldu da iş arayan kişilerin sadece 5 dk ayırarak şirketin hemen hemen tüm detaylarına ulaşabilme imkanını kullanmadıklarını anlayamıyorum? Ya da neden gelemeyeceklerini haber verme lütfunu göstermediklerini? Bunu başvurdukları şirkete değil de kendilerine yapmış oldukları bir hakaret olarak görüyorum. Bu kadar mı amaçsız, hedefsiz, umutsuz insanlar var ki nerede çalışmak isteyip, hayatını nasıl geçirmek istediğini düşünmüyor, hayal etmiyor, planlamıyor..

Nitekim iş ilanında yapmış olduğum revizyon işe yaradı :) Hem daha çok kişi başvuru yaptı, hem de enerjisiyle, fırlamalığı ve zekasıyla kendini farklı hisseden, dolayısıyla özgüveni olan kişiler görüşmeye geldi. İlanı da kişisel algılayıp, kendilerini ispat etmek istercesine, her gelen ön çalışmasını yapmış, şirket hakkında yeterli bilgiye sahip olmuş, kılığı kıyafeti düzgün, kendi farkındalığı yüksek, cv'leri ellerinde ve gerçekten cıvıl cıvıllığını gösteren enerjideydiler. Dolayısıyla tüm görüşmeler çok başarılı geçti.

Deli dolu yazar arayan ajansa çok teşekkür ederim. Çünkü onların bende yaratmış oldukları farkındalık sayesinde artık nasıl iş ilanı vereceğimi biliyorum. Kurumsal bir dille ciddi ilanlar vermek yerine, kişilere birazcık kendilerini FARKLI olduğunu hissettirecek ilanlar vermek her iki taraf için de daha anlamlı oluyor. Hem başvuru yapan ve görüşmeye gelen kişi kendini mutlu hissediyor, farklı olduğunu ispat etmek istercesine aklını ve yaratıcılığını çalıştırıyor, hem de karşısında bu özgüveni ve yaratıcılığı olan adayları gören kurum mutlu oluyor.

Alt tarafı bir iş ilanı deyip geçmeyin. Zamanınızı boşa harcamak istemiyor, doğru kişilere ulaşmak ve ilanınızın ciddiye alınmasını istiyorsanız vereceğiniz ilanı farklı yapmanın yollarını arayın. Adayların, kendilerinin farklı olduğunu gösterebilecekleri fırsatlar yaratın ;) Sonuçta herkes için hayat bir ispat içinde geçmiyor mu? Kendi kendine, kendini ispat etme mücadelesiyle. Çoğunlukla da FARKLI olmanın ispatıyla..

23 Nisan 2011 Cumartesi

23 Nisan'da tüm bloglar çocukların..

"23 Nisan'da Bloglar Çocukların" projesi; UNICEF ve TOHUM OTİZM sponsorluğunda, H&M ve TÜRK TELEKOM katkılarıyla bu yıl üçüncüsü düzenleniyor. Ben de projeyi duyar duymaz, kendi blogumu bir çocuğa teslim etmek için mail attım. Ve bugün bir çocuğun yapmış olduğu resim mailime geldi.

Aşağıda görmüş olduğunuz resim, Tohum Otizm Vakfı Özel Eğitim Okulu öğrencisine ait. Kimbilir içinde ne coşkularla, duygularla yaptı bu resmini :) ee ne de olsa bugün onun günü..

Güzel çocuklar.. hepinizin bayramı kutlu olsun :))

21 Şubat 2011 Pazartesi

Bu ülkede girişimci olmak.

Son bir yıldır girişimci olmaya kafayı fazla taktım. Algıda seçicilik olsa gerek etrafımda gördüğüm, duyduğum, okuduğum tüm başarılı girişimlerlerin süreçlerini irdeleyip duruyorum. Bir ara 'Türkiye'den dünyayı sarsacak bir girişim çıkmaz, genlerimizde böyle bir yaratıcılık, başarı yok' düşüncesine nerdeyse inanacaktım ki Yılmaz Argüden bu düşünceyi yıktı. Tarihimize dönüp bakarsak bizim tüm genlerimiz büyük başarılar ve girişimler ile doluydu. Peki son yıllardaki bu başarısızlığımızın, ürkekliğimizin nedeni neydi?

Bu sorular ile kafamı devamlı meşgul ederken, geçen hafta katıldığım Webrazzi Gündem http://www.webrazzi.com/2011/02/16/webrazzi-gundem-internet-pazari-ve-firsatlari-canli-guncelleme/ panelinde sorularımın cevabına ışık tutan aydınlanmayı yaşadım. Gerek yaşadığım Dragons Den tecrübesi, gerek webrazzi toplantıları gerekse tüm takip ettiğim blogların neticesinde başarısızlığımızın (daha doğrusu dünyayı etkileyen bir başarıya imza atamayışımızın) kendimce sebeplerini şu şekilde özetleyebilirim:

1. Mevcut girişimcilerdeki kurumsal tecrübe eksikliği:
Kurumsal hayatta ciddi tecrübe edinenler kendi sınırları içinde yaşamaya devam edip, yeni girişimlere cesaret edemezken, etrafımızdaki tüm girişimciler ise kurumsal hayatın öğrettiği bir çok yetkinlikten (raporlama, bütçe, iş planı hazırlama, etkili sunum hazırlama, pazar analizi, finansal süreçlerin takibi, vs) bir haberler. Kafalarında yarattıkları projelerin fizibilite çalışmalarını, kısa/orta vadeli bütçelerini ve ne yazık ki projelerine destek almak için gerek olan etkili proje iş planları ve sunumlarını hazırlayamıyorlar. Cahil cesaretinin vermiş olduğu azimle işe girişip aksiyon alıyorlar. Kimisi kendi ayaklarının üzerinde durmayı başarabiliyor, kimisi ise (büyük bir çoğunluk) hayalindeki başarıya ulaşamıyor. Bir çok proje ise, etkin sunumunu gerçekleştiremedikleri için gerekli ilgiyi ve yatırımı çekemiyor.

2. Belli bir seviyeye, yetkinliğe ve teknik donanıma sahip kurumsal kişilerin rahatlığını bırakamaması:
Hemen hemen tanıdığım bütün kurumsal hayattaki arkadaşlarım çok mutsuz. Bütün zamanlarını çalışarak geçirdiklerini ama bir türlü hak ettikleri değeri göremediklerini söylüyorlar. Ben de geçen seneye kadar aynı şeyi söylüyordum. Kendi görüşümüze göre yetkinlikleri düşük olan kişilerin başımıza yönetici olarak getirildiklerinden, ne kadar başarı elde edersek edelim takdir edilmemekten, kendimize ve ailemize zaman ayıramamaktan, yaptığımız işin çapına göre yeteri kadar para kazanamadığımızdan şikayet edip durmuyor muyuz devamlı? Ama kabul etmek gerekiyor ki her ay sonunda belli bir maaş almak, başkasının parası, markası ve statüsü ile iş yapmak, risksiz bir hayat yaşamak rahat geliyor. Ve bu nedenle de belli teknik donanıma sahip, kurumsal kültürün tüm formatlarına hakim kişiler bu rahatını bırakıp girişimci olmaya cesaret edemiyor.

3. Yabancı yatırımcıların özgün fikirlerden çekinmesi:
İşte bu nokta yeni fark ettiğim bir sıkıntı. Yabancı yatırımcılar özgün fikirlerden çekiniyorlar. Çünkü bilmedikleri, tanımadıkları bir ülkede o fikrin tutup tutmayacağı riskine girmek istemiyorlar. Halbuki onların bildiği, denediği bir projeyi (örn: fırsat siteleri, e-ticaret siteleri) kendi ülkenizin kullanım şekline göre uyarlamanız (klonlamanız) onlar için riski olmayan bir yatırım. Bu nedenle de yatırım desteği almak isteyen bir çok girişimci yaratıcılığını özgün fikirlerde değil, test edilip onaylanmış projelerde kullanmayı tercih ediyor.

4. Yerli yatırımcıların özgün fikirlerden çekinmesi: 
O kadar çok sindirilmişiz ki, özgün bir fikir ile piyasaya çıktığınızda, bu fikrin daha önceden Amerika tarafından düşünülüp piyasaya sürülmemesi, yerli yatırımcılar için düşünülenin aksine olumsuz olarak karşılanıyor. Çünkü onlara göre bu fikir kesin düşünülmüş ama bizim göremediğimiz riskler görüldüğü için uygulamaya alınmamıştır. Bunu bizzat yaşayarak öğrendim: çünkü bizim projemizin benzerinin yurt dışında olmamasının nedenini, bizim göremediğimiz ama yabancıların görmüş olabileceği risklerin olma ihtimaline bağlanıp yatırım vermekten çekinen yatırımcı adayımız oldu. Yani bizim en güçlü özelliğimiz olan özgün fikrimiz, ayağımıza bağ oldu :). İşte bu tarz olaylar da bir çok girişimciyi özgün bir fikir ile piyasaya çıkmasını engelliyor (eğer tüm yatırımını kendi karşılayamıyorsa).

Sonuç olarak bastırılmış, sindirilmiş bir toplum haline getirilmişiz. Bugün bir çok aile hala çocuklarının sabit gelirli düzenli bir hayatı olmasını arzuluyor, çocuklarını bu şekilde yetiştiriyor. Üniversitelerde iş kurmanın değil, iş bulmanın yöntemleri öğretiliyor. Kurumsal şirketler bir yandan personelini güçlendirirken, bir yandan da çaktırmadan cesaretlerini emiyorlar. Herkes tutturmuş bir takım çalışması değeri, o değere sahip olabilmek için farklı, kendine öz kişilikler belli bir sınır içine sokuluyor. Fazla hesap kitap, cesareti yok ediyor. Bu kadar mutsuz kurumsal insanın içinde başarılı bir girişimci olmaya çalışmak, kem gözleri topluyor. Statü ile gençlerin beyinleri yıkanıyor. Üretmenin öneminden bahseden yok. Kafası çalışan gençleri destekleyen, eğiten, onlara yol gösteren yetişkinler yok. Herkes herşeyi senden daha iyi biliyor, hatta senin işini bile senden daha iyi bildiğini iddia edenler bile çıkıyor. Hayatında hiç üretim yapmamış biri çıkıp senin üretimini eleştirebiliyor. Senin aylarını verdiğin bir projeyi 10 dakika dinleyip, bu proje tutmaz diyebilecek vizyona sahip, ancak kendisini hiç bir proje deneyimi olmayan arkadaşların oluyor.

E böyle bir toplumda, sinmeyip, korkmayıp, inatla, cesaretle, tutkuyla hala kendi projelerini hayata sokan, sonuçta başarısız bile olsa pes etmeyen, daha iyi projeler üretmeye çalışan, üreten, üreten, üreten herkese inanılmaz saygı duyuyorum. Bu toplumu sindirmeye değil, cesaretlendirmeye çalışan herkese saygı duyuyorum. Bizim genetik olarak muhteşem bir aklımız ve zekamız var. Bizden her türlü başarı teknik olarak çıkar. Ancak etrafımızdan bazı virüsleri yok etmemiz gerekiyor :)) Olumsuz hikayeleri değil, başarı hikayelerini hatırlamamız gerekiyor.

işte Kağıt vs..

İşte Kağıt vs.. İşte bizim kızlar :))
Tam anlamıyla bir girişimcilik örneği.. Yaratıcılığını, bakış açısını, el yeteneğini geliştirmek isteyen, tüm hobi severler, bu atölyeleri kaçırmayın..

14 Şubat 2011 Pazartesi

Çıbıkkk



Son iki gündür dinlemekten, seyretmekten ve söylemekten çok büyük keyif aldığım şarkı :)) Çıbık..

12 Şubat 2011 Cumartesi

dünyayı değiştirebilir miyim?

Bugün Futurizm okulunda yine muhteşem birini tanıma fırsatım oldu. Dr. Yılmaz Argüden. Bu zamana kadar kendisini tanımadığım için kendimden utanmadım desem yalan olur. Çünkü Yılmaz Bey'i dinlemek için onu yıllardır takip eden, kitaplarını makalelerini okuyan onlarca insan vardı aramızda. Hayat hikayesiyle, yaptığı işlerle, kurduğu STK'larla (sivil toplum kuruluşları), aldığı ödüllerle, dünyaya bakış açısıyla, alışkanlıkları, tutumları ve uzgörüleri ile gerçekten aramızdan ne değerler çıktığına bir kez daha şahit oldum ve sevindim. Tam da Türkiyeden başarılı girişimler çıkmayacak psikolojisine kapılmış, genetiğimizde böyle bir başarının olmadığı düşünerek tutkumu kaybetmek üzereyken. Ama Yılmaz Bey hatırlattı: bütün Yunan tanrıları, Osmanlı hükümdarları, Mevlana, Yunus Emre gibi bir çok başarı örnekleri bizim topraklarımızdan çıkmıştı :))

Mevlana, Yunus Emre ve diğer değerli dünya insanları.. Peki bu değerlerimizin felsefelerine, bakış açılarına, söylediklerine, yaptıklarına, düşündüklerine ne kadar önem veriyoruz? Ne kadar örnek alıyoruz? Ne kadar okuyoruz?

2 yıl önce Elif Şafak, Aşk romanını yazmasaydı hangi birimiz hatırlıyorduk Mevlana'yı?

Bu yazıyı bir yere bağlayamayacağım. Çünkü yine yazı kendi kendine bu noktaya geldi :) halbuki ben başka bir şey yazacaktım :)). Neyse Yılmaz Bey'in sunumuyla ilgili beni en etkileyen uzgörüleri başka bir gün yazarım artık.

En azından bir sonuç olarak şunu söylemeliyim ki, bizim genetiğimizde çok büyük başarılar, çok büyük akıllar ve dünyaya ismini yazdıran çok büyük değerler var. O yüzden ümidimizi yitirmeyelim. Hala bugünün liderleri arasına girme, dünyayı değiştirme şansımız var :)) Yeter ki ne istediğimizi bilelim, çok çalışalım, güvenilir, şeffaf ve pozitif olalım.

31 Ocak 2011 Pazartesi

okyanusu tadan balık akvaryuma geri döner mi?

Profesyonel hayatı bırakıp girişimci olmak için yola çıktığımdan beri hayatım ve gündelik alışkanlıklarım çok değişti. Malesef buna yıl büyük bir akvaryumun içinde yaşamışım. Tek derdimiz mavi balıklardan daha hızlı yüzüp yemi kapabilmekmiş.Tabi bu yem başkaları tarafından atılan yemlermiş. Yani canları sıkılsa, ben bugün yem atmak istemiyorum deseler yapabilecek hiç bir şeyimiz olmayacakmış. Çünkü biz sadece o dünyaya kendimizi alıştırmışız, dışarda neler olup bittiğine hiç bakmamışız. Belki de içinde bulunduğum akvaryum çok şık, lüks ve zengin olduğu için aklıma gelmedi dışarıya bakmak belki de bizim beyinlerimiz öyle yıkandı ki bütün dünyayı o akvaryum zannettik.

Akvaryumdan dışarı atlayıp okyanusa düşünce gerçekten çok şaşırdım. hatta uzun bir süre hareket edemedim. Çünkü nerden nasıl başlayacağımı, bunca eksikliği nasıl tamamlayacağımı bilemedim. Aylarca sadece bilgisayar başında, sabahtan akşama kadar insanların yazdıklarını okuyarak, yaptıkları girişimleri inceleyerek geçirdim. Gözümü kırpmaya korktum, çünkü o anda bile kaçırabileceğim çok şey vardı.

Dışarda kurumların olmadığı, sadece bireylerin olduğu bir hayat var. Bireyler kendi markalarını yaratmışlar. Kendi girişimleri ile para kazanıp popüler olmuşlar. Bizim alıştığımızın dışında (patronun parası, patronun markası ve gücü), kendi kısıtlı paralarıyla kendi markalarıyla kendi güçlerini oluşturmuşlar.

Bu bireyler sık sık bir araya geliyor, fikir alışverişlerinde bulunuyorlar. Hepsinin blogu, web sitesi ve inanılmaz sayıda takipçileri var. Sosyal medyayı çok güzel kullanıyorlar yani kendilerini pazarlamak için gazetelere televizyonlara büyük paralar vermiyorlar. Tüm zamanlarını kendilerine yatırım için, zevkle harcıyorlar.

Şimdi bu insanları göre göre nasıl olur da o akvaryuma geri dönebilirim ben? Dönemem!.. Ama bir yandan da hala kendi üretimimden para kazanır hale gelemedim. Sanırım artık bir karar verme ve silkelenme vaktim geliyor. AKvaryum balığımııyım okyanus balığımıyım dürüst bir analiz yapmam gerekiyor..

26 Ocak 2011 Çarşamba

Girişimcilik doğuştan mı olunur?



Herkes öyle söylüyor bu aralar, girişimcilik sonradan olmaz. İçinizde varsa vardır, yoksa sonradan elde edemezsiniz.. Bu aralar hepimizin hayranlıkla takip ettiği Alphan Manas da Antalya Girişimci İş Adamları derneğinde yine çok başarılı bir konuşma yapmış. Başarılı diyorum çünkü hem vermek istediği mesajları kısa yoldan pat diye veriyor (dolandırıp süsleyip püslemiyor) hem de çok komik anlatıyor. Onu her seyrettiğimde resmen gülmekten ölüyorum ağlanacak halimize.

Alphan Manas diyor ki, girişimcilik 3 günde 5 günde kursa gidilerek öğrenilebilecek bir şey değil. İçinizde varsa vardır. Hırsların yeteneklerin önüne geçmesi en temel sorunumuz. Bir de ne yazık ki girişmcilik bizim ülkemizde aileler yüzünden öldürülüyor. Çünkü çocukken başlıyorlar müdahele etmeye. 'O doğru, bu yanlış, ona dokunma, onu yeme, oraya git, öyle konuş, vs'.

Yıllardır hep üzerinde durduğum bir konudur. Bırakın çocuklar kendisi öğrensin. Düşmesini, kalkmasını, ayakları üzerinde durmasını öğrensin. Bırakın kırmak istiyorsa kırsın, dökmek istiyorsa döksün. 3 kuruşluk ev eşyaları onun gelişiminden daha önemli değil ki. Sıcak bir şeye dokunmak istiyorsa da dokunsun, belki eli yanıp canı acıyacak ama hangi birimiz gizli gizli dokunmadık ki sobaya? Yasaktı, ama merak uyandırıyordu. Gizli gizli dokununca, canımızın acısını da kendimize saklamak zorunda kaldık :)

Biliyorum bana böyle konuşması kolay. Çocuğu olmayan bilemezmiş. O yüzden çok fazla da astığım astık, kestiğim kestik konuşmak istemiyorum. Sadece kendim için, günü geldiğinde bu laflara yakışır bir davranış sergileyebilmeyi diliyorum :)

Yine iş konusunda çok güvendiğim ve saygı duyduğum yöneticim bana demişti ki: 'merak etme çocuklarda da içgüdü vardır, içgüdüsel olarak kendilerini korumayı bilirler'. Neden olmasın, belki de doğrudur. Biz hiç fırsat vermediğimiz için bilemiyoruzdur :))

Demek ki neymiş, girişimcilik doğuştan olur ama sonradan yok edilebilirmiş!. Bu durumda belki de herkes girişimci doğuyor, ama ya hırslar yüzünden ya da yetiştirilme şartları yüzünden bu yeteneğimizi kaybediyoruz.
Siz siz olun çocuklarınızın girişimciliğini öldürmeyin. Bırakın aksiyon almayı küçük yaşta öğrensin.

19 Ocak 2011 Çarşamba

para kazanmanıza engel olacak 13 tuzak

Kendi işinizi kurmaya mı çalışıyorsunuz? Para kazandıran işinizi? Neil Patel'in kendi blogunda yayınladığı, para kazanmanıza engel olacak 13 tuzak. Kendi tecrübeleriyle anlattığı, yaşayarak tecrübe ettiği bu 13 tuzağa düşmeyin diyor :)
 Neil Patel 2 internet şirketi sahibi ve büyük şirketlere (amazon, AOL, GM, HP, vb) web üzerinden daha çok para kazanmaları için danışmanlık veriyor. 9 yılda 9 adet dot.com şirketi kurmuş ve çoğunda zarar etmiş. Neyseki bir kaç tanesinden iyi para kazanıp zararını telafi etmiş. Zarar etmesini çok ciddi hatalar yapmış olmasına bağlıyor. Ve bu hataları neler olduğunu anlatıyor:

1. Aynı anda bir çok şeye atlamayın: Önünüze bir çok fırsat çıkıyor ve hepsine sahip olmak istiyorsunuz. Ancak her birine gerekli zamanı ayıramazsanız bu sizin sonunuz olur. Aralarından iyi sonuç veren çıksa da genel olarak tehlike yaratır. İşinizi ne kadar büyük veya küçük olduğu önemli değil, önemli olan sizin elinizdeki işlere yeteri zamanı ayırabiliyor olmanız.

2. İş yapınızı doğru kurun: Şirket tipinizi en başta doğru kurgulamak ilerisi için çok fayda sağlar. Bu konuda muhasebecinizden destek alın. Eğer belli bir cironun altında olacaksanız A tipi şirket kurulumu vergi avantajı yaratabilir. Boşu boşuna B tipi kurup cebinizden para çıkarmayın.

3. Aklınız başınızda olsun, rüya aleminde değil: Şirketimizle ne kadar para kazanacağımız, nerelere geleceğimiz hayalini her girişimci kurar. Ama hayal dünyasında yaşamayı bırakın. Hayal kurmak üretken bir şey değil. Zaman kaybettirir. Hayal kuracağına aksiyon al. JUST DO IT..

4. Kime güveneceğin konusunda dikkatli ol: Çalıştığın kişiler çok önemli. Onların güvenirliği konusunda dikkatli ol, hata yapma. Bir anda herşeyini alıp götürebilirler.

5. Yeni eleman alırken çok dikkatli olun: - rakip şirkete çok başarılı biri sizin şirketinizde de başarılı olacak anlamına gelmez. - çok eleman almak deli bir adamın problem çözüm yöntemidir. Bazı işleri kendiniz yapmaya çalışın. Çünkü siz yaparken nerde ne gibi hatalar, problemler olabileceğini öğrenirsiniz. Ona göre de elemanlarınızın sizi kandırmasını engellemiş olursunuz. - eleman masrafını sadece maaş olarak düşünmeyin. bunun yanında yemek masrafı, ofis malzemeleri, vb gibi bir sürü masrafları vardır. bunları iyi hesaplayın.

6. Çalışanlarınızı takip edin: Elemanlarınızı başı boş bırakmayın. Project management sistemi kurup projeleri online takip edebilirsiniz. Böylece gün içinde kim ne yapmış ortaya çıkar. Geliş gidiş saatlerini kart sistemi ile takip edebilirsiniz. Eğer elemanlarınızı başı boş bırakırsanız bir süre sonra kaybolan zaman geri alınamıyor. Her gün yarım saate geç gelen biri yılda 3 hafta kaybetmiş demektir.

7. Para tahsilatlarınızı zamanında yapın: en önemli sorunlardan biri yaptığınız işin parasını almaktır. Mümkünse işi yapmadan önce paranızı alın. Çünkü bir çok şirket tahsilt problemi nedeniyle batıyor. Bir de asla paraya ihtiyacınız yokmuş gibi görünmeyin.

8. Hiç bir ayrıntı önemsiz değildir: Tabiki her ayrıntı ile siz ilgilenemezsiniz. Bunun için elemanlarınız olmalıdır. ama yine de şirketinizde neler olup bittiğini bilmelisiniz. Mesela yıllık 300bin solar hosting gideri olduğunu fark eden Neil Patel, yaptığı küçük pazarlık sonucu ciddi indirim almıştır.

9. Zaman sizin tarafınızda değil: Herşeyin mükemmel olması için zaman kaybetmeyin. unutmayın ki herşeyin daha iyisi vardır ve problemler her zaman çıkacaktır. Herşeyin mükemmel olmasından çok, ürününüzü kimse sizi bitirmeden piyasaya sürmeye çalışın. Hazırladığı software projesinin daha iyi olması için piyasaya sürmeyip üzerinde çalışmalar yapan Neil, Google'ın benzer bir projeyi devreye sokmasıyla mahfolmuştur. çünkü google'ın ürünü ücretsizken kendisinin ki ücretliymiş.

10. Tavsiyeler konusunda dikkatli olun: Tabiki tavsiyeleri dikkate alın, dinleyin. Ama unutmayın ki sizin işinizi kimse sizden daha iyi bilemez.

11. Bilmediğiniz şeylerden korkmayın: 16 yaşındayken kurduğu şirkette, bilmediği için online ödeme sistemini devreye sokmamıştır. Ve bu eksiklik şirketin başarısız olmasının en büyük nedenidir. bilmediğiniz şeyleri araştırın, öğrenmeye çalışın, dikkate alın.

12. Para problemleri çözmez, problemleri yaratır: Herşeyin parayla çözüleceği inancınızdan vazgeçin. Paranız yoksa yaratıcılığınız daha fazladır. Bir işi para kazanır hale getirmek sizin asıl konsantrenizdir. Halbuki para endişeniz olmasaydı, şirket karlılığına pek önem vermezdiniz.

13. Duygular ve iş dünyası kötü bir karışımdır: duygularınızı iptal edin diyemeyiz tabiki ama biraz analitik olmayı öğrenin. sizin kendiniz için değil, işiniz için en iyi olan şeyi seçin. Bazen bir adım geriye gidip güç toplamak daha mantıklı olabilir.

Sonuç olarak hata yapmaktan, başarısız olmaktan korkmayın. Hayatınızın en büyük tecrübelerini bu yolla elde edersiniz. Ve unutmayın ki eninde sonunda başaracaksınız..

18 Ocak 2011 Salı

home office çalışmak istiyorum ama NASIL?

Kendi bilişim projemizi yaptırmak için yazılımcı ararken çok zorlanmıştık. Böyle bir çevremiz de olmadığı için tamamen el yordamıyla yazılımcılar arayıp projemizi anlatmaya ve ilgilenip ilgilenmediklerini sormaya başlamıştım. Kimisi ilgilenmiş ama bizim beklediğimiz bütçeyi aşmıştı, kimisi bizden çok detaylı proje planı istemişti ki biz daha o detayı hayal edemiyorduk, kimi de cesaret edememişti. Sonunda elance.com diye bir sanal platforma ulaştık. Oraya herkes kendi projelerini giriyor, sistemde kayıtlı olan tüm yazılımcılar da eğer proje ile ilgilenirlerse teklif veriyorlardı. Bu platform sayesinde Hindistandan, rusyadan, avusturyadan, Amerika'dan bir çok yazılımcı ile yazıştık ve sordukları sorulara cevap verdik. Sonunda bizi en etkileyen yazılımcı ile çalışmaya karar verdik. Sistem çok sağlıklı çalışıyordu, siz projenizi dilediğiniz milestone'lara ayırıyor ve o milestonelar gerçekleştikçe paranızı elance üzerinden ödüyordunuz. ve en güzeli beraber çalıştığınız yazılımcı veya şirkete puan veriyordunuz ki bu puanlar onların bir başka projeyi alabilmesi için çok önem teşkil ediyordu. Böyle bir havuza ulaşabilmek çok hoşumuza gitmişti. 

Geçen hafta böyle bir platformun Türk versiyonuna rastaldım. http://www.uzmankirala.com/ Yeni yeni üyelerini topluyor. ama önünün çok açık olacağına inancım sonsuz. Çünkü hem proje sahibine faydalı hem de projeyi gerçekleştirebilecek donanıma sahip kişilere. Proje veren olarak hemen üye girişimi yaptım, bir süre sonra herhangi bir konuda proje yapabilir hale gelince de proje gerçekleştiren olarak da kayıt açacağım. Belli mi olur, belki bende evden para kazanabilirim :) Hatta şu an aklıma süper bir fikir bile geldi. Hemen aksiyona geçeceğim :))))

Bu tarz platformların artmasıyla görüyoruz ki çalışma koşulları değişiyor. Önümüzdeki günlerde herkes kendi becerisiyle evden iş bulup, parasını kazanabilir hale gelecek. Bizler de kendimizi bu yönteme acilen hazırlamalıyız..


hayaline sahip çık!

Hayalleri kendimiz için mi kuruyoruz başkaları için mi? Ya da hayalimizin içine dahil ettiğimiz biri, bu hayalin bir parçası olmak istemezse, biz neden o hayali oracıkta bırakıp atıyoruz, sonuna kadar sahiplenmiyoruz?

Biraz karışık oldu değil mi? :) Sadece son zamanlarda farkına vardığım bir şey var ki: bizleri en çok yıpratan şey 'hayal kırıklığı'. Ve bu hayal kırıklığını yaratanlar ise hayalimizin içine dahil ettiğimiz insanlar. Yani kendimizi bir hayale kaptırıyor, o hayali gerçekleştirme ihtimali olan kişileri gözümüzde büyütüyor, sonra onlar beklediğimiz gibi tepki vermeyince yıkılıyoruz. O hayali oracıkta bırakıp uzaklaşıyoruz. İyi tamam da neden bizim hayalimiz o kişi/ve kişilere bağlı olsun ki?

12 Ocak 2011 Çarşamba

Wikipedia projesine gülenlerden miydiniz?

Hatırlıyorum da eskiden salonların en değerli yerlerinde cilt cilt ansiklopediler dururdu. Her pazar meydan Laurrouse'un bir tanesini alıp içindeki bilgileri ezberlemeye çalışırdım. Bilgileri ezberlemek çok önemliydi. Ansiklopediler kızların çeyizleri için ciddi yatırımdı.

Derken internet hayatımıza girdi. Dediler ki artık kütüphanelere, ansiklopedilere ihtiyaç kalmadı. Aradığımız her bilgiye internetten ulaşabileceğiz. Ansiklopedilerdeki bilgiler teker teker internet ortamına taşınmaya başladı. O zamanlar da biri çıktı dedi ki: ben dünyanın en büyük sanal ansiklopedisini kuracağım. Hem de bu bilgiler internet kullanıcıları tarafından girilecek, hiç bir personel gideri oluşmayacak.

Nasıl yani? bizler mi oluşturacağız bu ansiklopediyi? İyi de bizim girdiğimiz bilgilerin doğru olduğu ne malum? hatta bilerek hatalı bilgi girenler olmaz mı? Yahu kim neden zaman harcasın ki giriş yapmak için?ya da kim inansın ki o yazılanlara? Ha ha çok komik bir proje, hayatta tutmaz!..

Evet wikipedia kurulalı 10 yıl olmuş. ve bizim için şu an en büyük bilgi kaynağı. Artık bir şey ararken sözlüğe bakalım bile demiyoruz, wikipedia'ya bakalım diyoruz. Wikipedia'dan önce hayat nasıldı hatırlamıyoruz. Yanlış bilgiler doğrularını bilenler tarafından düzeltiliyor. İnsanlar gerçekten bu iş için zaman harcıyor ve değerini biliyor. Artık annem bile evdeki ansiklopedilerini atmaya ikna oldu :)

Darısı bizim projemizin başına. Tamamen kullanıcıları tarafından oluşturulacak bir portal olacak. ama hala insanlar bize soruyor: yanlış girişler olur, hatalı bilgiler olur.. Evet ilk başlarda olur belki ama ben biliyorum ki zamanla sistem o hataları, o yanlışlıkları ayıklayacak.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25169937/