5 Nisan 2010 Pazartesi

Mutluluk Zirvesi

Uzun zamandır etrafımda olan insanların bir şekilde tatmin olmadıklarını hissediyorum ve bu konuda çok düşünüyorum. Belki büyüdüğümüz için, belki farkındalığımız arttığı için, belki de bizi etkisi altına alan satürn etkisi yüzünden.. bilmiyorum ama artık çevremde mutlu insanlar görmek istiyorum..

Lafı fazla uzatmadan, uzman psikolog ve yaşam koçu olan kuzenim Manolya Özek'in bu konudaki makalesini sizlerle paylaşmak istiyorum..

17 Mart’ta Business Network Center’in düzenlediği 1. Kurumsal Mutluluk Zirvesi’ndeydim. ‘İşyerinde İlişki Yönetimi’ üzerine bir konuşma yaptım. Kendi konuma geçmeden önce paylaşılan bazı dünya gerçeği istatistiklerini paylaşmak istiyorum sizlerle.


Yılda 10 milyon $ dan fazla kazanan Amerika’nın en zengin kişilerinin mutluluk seviyelerinin, yanlarında çalıştırdıkları ofis elemanlarından sadece çok az miktarda yüksek olduğu saptanmış. (Diener, Horwitz, Emmons-1985-Happiness of the Very Wealthy Social Indicators Research)

Amerika’da yapılan düzenli mutluluk araştırmalarında; mutluluk seviyesi 1940’da 10 üzerinden 7.5 iken 2000 yılında bu seviyenin 7.2 ye düştüğü saptanmış. (Lane-2000-The Loss of Happiness in Market Democracies-Yale University Press) Bu da bize daha fazla şeye sahip olsak da mutluluğun düştüğünü, tatminin azaldığını gösteriyor.

Amerikan Estetik Plastik Cerrahi Derneği Raporu’na göre kozmetik operasyonlarda senelik 44% artış oluyor. Her sene ortalama 3 milyon botoks, yüz binlerce göğüs şekillendirmesi, gözkapağı ameliyatı, burun ameliyatı ve liposuction yapılıyor. Bir çok kişi ameliyat sonrası memnun kaldıklarını söylüyor ama araştırmalar bunun kısa süre sürdüğünü gösteriyor. (McLaughlin, Wirse, Lipworth-2004-Psychosomatic)

Dünya Sağlık Örgütü, 2020 yılında depresyonun yetişkin nüfusunun 30%’unu etkisi altına alıp tüm dünyadaki ölüm nedenlerinden en büyük ikincisi olacağını tahmin ediyor. (Murray, Lopez-1996 The Global Burden of Diseases)

Gidişat pek parlak gözükmüyor değil mi? Bu konuda söylemek istediğim pek çok şey var, yazmaya devam edeceğim ama şu an dikkatinizi yaşamınızda durduğunuz yere çekmek istiyorum. Yaşamda hepimiz birbirimizden çok farklı ve karmaşık gözüksek de aslında özünde çok basit ve benzeriz; temel sorumuz aynı ‘Ben OK miyim?’.. Bu cevabın peşinde bir ömür geçiriyoruz. Annemizin bize dokunması, emzirmesi, sarılması ile başlayan fiziksel temas ihtiyacımız şekil değiştirse de aslında hep var, kabul edilmek, onaylanmak, farkedilmek istiyoruz. Önce annemiz, babamız, sonra arkadaşlarımız, sevgililerimiz, okuduğumuz okullar, diplomamız, mesleğimiz, sonra da statümüz, paramız, arabamız, evliliğimiz...Hepsi kabul edilmek, onaylanmak, farkedilmek için...

Şimdi durun ve düşünün..Sorun kendinize; Ben yeterli miyim? Değerli miyim? Başkaları beni fark ediyorlar mı? Beni ben olduğum için kabul ediyorlar mı? Peki şimdi de şunu düşünün; Siz başkalarının değerli olduğunu düşünüyor musunuz? Başkalarını fark ediyor musunuz? Oldukları gibi kabul ediyor musunuz etrafınızdaki insanları? Yoksa hayatın ve insanların değişmelerini umut ederek mi geçiriyorsunuz ömrünüzü? Bir düşünün..

İşte bunu anlamak için dört kadranlı bir şekil düşünün. Hepimiz birinci kadranda dünyaya geliyoruz, bu pozisyondaki kişiler kendilerinin, başkalarının ve hayatın OK olduğunu düşünürler. Temel mantık şudur, ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, herkesin yaşamaya hakkı vardır. Sağlıklı pozisyondur. II. kadrandaki kişiler ise, başkalarının OK olduğunu düşünürken kendilerinin OK olmadığını düşünürler. Bu pozisyondaki kişiler depresiftir, hatayı kendinde arar, kendini suçlar, kendini güçsüz ve değersiz görür. Hassas ve kırılgandırlar. Bazen üçüncü kadrana düşerek yaşamdan umudunu kestiği zamanlar olur, işte o zamanlarda, ne kendisi, ne başkaları ne de hayat OK dir. Kendini umutsuz hisseder..Ya dördüncü kadran? Bu pozisyondaki kişiler kendinin OK olduğunu, başkalarının OK olmadığını düşünenlerdir. Bu kadrandaki kişiler genelde ‘zor’ olarak tanımlanırlar, hep haklıdırlar, agresiftirler, zeytinyağı gibi üste çıkıverirler, onlarla ilişkide ‘kazanan’ olmak zordur. Bu insanlar size OK olmadığınızı hissettirirler, aşağılandığınızı ya da ezildiğinizi hissedebilirsiniz, farkederek ya da etmeyerek kendinizi II. pozisyonda buluverirsiniz, belki de o yüzden bu insanlarla konuşmaktan kaçınırsınız ya da hayatınızdan çıkaramayacak bir konuma koyduysanız depresif bir hayat sürer durursunuz. Bu kişiler size OK olmadığınızı hissettirirler çünkü kendileri de aslında OK olmadıklarını düşünürler. Kendi yetersizliklerini, güçsüzlüklerini bastırmanın, OK olabilmenin tek yolu budur onlara göre, defansif ol ve üste çık, ancak böyle hayatta kalabilirsin..

Eminim her pozisyona ait insanlar var hayatınızda. İşyerinde, arkadaş ortamında, belki çok daha yakınınızda..Peki siz nerede duruyorsunuz hayatta? Nerden bakıyorsunuz dünyaya? Emin olun ki mutluluk dediğimiz şey işte bu durduğunuz noktayla çok doğru orantılı. Tabi şunun altını hemen çizeyim, sürekli aynı pozisyonda kalmıyoruz, bu pozisyonlar arasında gidip geliyoruz ama özellikle stresli olduğumuz zamanlarda belli bir pozisyona düşmeye daha meyilliyiz. Bir olay esnasında önce II.pozisyonda sonra III. pozisyonda da hissedebilirsiniz. İşte bu tamamen bizimle ilgili; I.pozisyonda dünyaya geliyoruz ama aile, kültür, yaşam deneyimleri gibi faktörlerle kendimiz ve hayatla ilgili daha küçücükken farkında olmadan kararlar veriyoruz. Bu kararlara göre de kendimizi, başkalarını ve hayatı algılıyoruz, mutlu ya da mutlu olmamayı seçiyoruz.

Bu kararı değiştirmek mümkün mü peki? Evet mümkün..Eğer kararlıysanız.. Eğer değişmeye istekliyseniz ..Eğer özünüzle tanışmaya hazırsanız mümkün.. Şunu unutmayın ki hepimizin yaşamaya, kabul edilmeye ve fark edilmeye hakkı var..Ne olursa olsun..Nasıl olursa olsun..Bunu unutmayın..

Uzman Psikolog & Yaşam Koçu Manolya ÖZEK

Hiç yorum yok: