22 Mart 2010 Pazartesi

Gülse Birsel'den

Son zamanlarda okuduğum en güzel yazı diyebilirim. Bizler gerçekten daha farklı büyüdük. İyi mi kötü mü bilmiyorum ama hayata ve büyüklerimize karşı daha bir saygılıydık sanki. Şimdiki gençler birçok şeyi zamanından önce yaşıyor gibi geliyor bana. Daha özgürler. Bu beni heycanlandırdığı kadar tedirgin de ediyor. Herşey bu kadar erken yaşanırsa, ileriki yıllara ne kalacak. Herşey tüketilince bunalımlar başlamayacak mı? Bilmiyorum belki de başlamaz, belki de geriye kalan zamanda bireysel olarak daha ileri mevkilere ulaşacaklar, daha çok şey üretecekler. Umarım böyle olur. Dün "Yetenek Sizsiniz" yarışmasını kazanan çocuklara çok sevindim ve içten içe çoook mutlu oldum. Çünkü muhtemelen bu çocuklar, asi ve haylaz çocuklar. Ailelerinin başa çıkamadığı, başına buyruk yaşayan, derslerin de çok iyi olmayan çocuklar. Gelecekleri endişe yaratırken, bu ikili kendine göre bir dans (poppin) alışkanlığı edinerek bu yarışmaya katıldılar. Ve dün gece belki de onların hayatı değişti. Düşünsenize, bu asi çocuklar  kavga ortamında tanışıp, bir şekilde birşey ürettiler ve bu üretimlerini herkese gösterebilme fırsatı buldular. Beğenildiler, hem de çok beğenildiler.. Umarım, yeni gençliğin bu asiliği bu çocuklarda olduğu gibi faydalı olur.

Şimdi sizleri Gülse Birsel'in yazısıyla başbaşa bırakıyorum. Eminim bu yazı beni olduğu kadar sizi de düşündürecek.....

Hep söylüyorum, biz çocukken midemiz bulanınca ekmek yedirirlerdi,
grip "Yatınca geçer"di,
başın ağrıyorsa "Çocukların başı ağrımaz" denirdi,
uykun kaçıyorsa "Oyuncaklarını düşün, güzel rüyalar görürsün" şeklinde konu
halledilirdi!
Okuma yazmayı öğrenemiyorsan ya, "Tembel"din ya "Yavaştan, sağlam
sağlam öğreniyor"dun!
Hüzünlü bir çocuksan "Yazar olacak herhalde" derlerdi,
yerinde duramıyorsan, etrafa saldırıyorsan bir tane çakarlardı,
susup otururdun.
Kanaatimce pedagojinin zirve yaptığı yıllardı o yıllar.
Çünkü sonra sonra, koşup oynadıktan sonra öksüren çocuk 'astım başlangıcı',
okuma yazmayı zor söküyorsa 'disleksik', hüzünlüyse 'depresif',
aşırı hareketliyse 'hiperaktif' diye nitelendirilmeye başlandı ve o sinameki yetiştirilen tipsizler şimdi büyüdüler! O kadar ilgi alaka sonrası ola ola ne oldular? Emo!
Emo ne?
Hani beş-altı yıldır etrafta saçlarını gözlerinin tekini kapatacak şekilde öne öne tarayan, miskin görünüşlü, asık suratlı, beti benzi atmış, sıska,
dar pantolonlu, converse'li, siyah ojeli ergenler var ya...
Taksim'de kaldırımlarda filan oturuyorlar.
Aha onlar Emo!
Emo kelimesinin emotional'dan (hissi) geldiği, bu yavruların pek bunalımlı pek güvensiz ve duygusal olduğu, topluma uyum sağlayamadıkları için böyle takıldıkları söyleniyor.
Bizim zamanımızda punk vardı ya, onun gibi bir akım, ama bir halta yaramayanı!

*HERKESİN KEYFİNİ KAÇIRDIM*
Ay kıyamaam! Zamanında, kendi ergen yıllarımda bu akım
daha dünyada yokken 10 gün emo takılmışlığım vardır! Kafam neye bozuktu
hatırlamıyorum ama o 10 gün, üstelik de yaz tatilinde, evin o köşesinden bu
köşesine oflaya poflaya nemli gözlerle dolaştım. Saçımı taramadım, denize
gitmedim, sohbetlere katılmadım, tebessüm bile etmedim. Akşamları karabasan gibi yemek masasına çöküp herkesin keyfini kaçırdım. Bir akşamüstü, balkonda otururken annem "Ne bu surat her gün, senin derdin ne kızım aaa..." şeklinde pedagojik bir açılım yaptı.
"Sıkılıyorum... Hayat çok anlamsız" cevabımın üzerinden sanırım
birkaç saniye geçmişti ki, acı ve can havliyle bir metre havaya sıçradım.
Annem, her Türk annesinin uzmanı olduğu 'mıncırma' hamlesini oldukça sert ve uyarısız gerçekleştirmişti.
Mıncırma, malumunuz evlat artık poposuna terlikle vurulmayacak kadar büyüdüyse, ancak tekdir ile de uslanmıyor ve hakkı kötekse kullanılan, konu komşu, bitişik ev duyar ihtimaline karşı avaz avaz bağırmak yerine geçen bir terbiye şeklidir.
Tercihen bel veya bacak bölgesinden bir alan seçilir, elle kavranır ve et, 180 derece çevrilir!
Hemen ardından, daha acım ve şaşkınlığım hüküm sürerken, annem kısık sesle,
yüzünü yüzüme yaklaştırarak "Alırım ayağımın altına" diye başladı ve "Karnın tok sırtın pek! Aklını başına topla! Sıkılıyorsan
da git bakkala evin alışverişini yap, sonra da gel yemek kitabından bir kurabiye pişir, akşam misafir var, hadi yallah..." şeklinde bitirdi!

*NE DERDİM KALDI NE DE TASAM*
Malumunuz eti mıncırılan ergen olay yerinde fazla kalamaz, mıncırandan tırstığı için kendisine yalakalık yapar, arzu ettiği aktiviteleri gerçekleştirir.
Mıncıran mutlu, mıncırılansa artık efendi bir insandır! Aynen öyle oldu.
Mıncırma sonrası ne derdim kaldı ne tasam! Emo'luğum o gün bitti, bu yaşa
kadar da hep mutlu mesut, uyumlu, üretken biri olarak yaşadım. Şimdinin
sokakta bira içen, gelen geçenden ihtiyacı var diye değil, hayat tarzı sandığı için para dilenen, dünyanın bütün derdi sırtındaymış gibi davranıp,
bunalım takılıp bir işin ucundan tutmayan emo'larının başında, bizim zamanımızın anne babaları olacaktı ki. Ohoo... Muma dönerdi hepsi! Bir kere her şeyden önce bütün o yüzü gözü saçla kaplı eşek herifleri
bir eşek tıraşına götürürlerdi, kesin!
Ülkenin gençlerine bak.
Tarikat yurtlarında yetiştirilen çocuklar, polise atsın diye eline taş verilenler, bir de emo'lar!
Gelecekten çok umutluyum çok!

Hiç yorum yok: