Rakı içmenin adabını 15 yaşımdayken öğrenmiştim. Elif'in babası Necati Amcam, Foça'da toplamıştı bizi etrafına, güzel güzel anlatıyordu kurallarını: Aç karnına içmeyeceksiniz derdi, yavaş yavaş yudum yudum meze eşliğinde içeceksiniz. İlk yudumunuzu almadan kadeh kaldıracaksınız karşılıklı. Neşenize, keyfinize, sevdiklerinize şükreder gibi önce eller havaya kalkar, sonra karşındaki kişinin bardağı ile bardağını en altta tokuşturulur. Bardağını diğer bardağa göre aşağıda tutmak adaptandır. Senin mütevaziliğini gösterir. Bu nedenledir ki bütün bardaklar ya masada ya da yerde tokuşturulur (karşılıklı herkes bardağını en aşağı seviyeye getire getire artık daha aşağıda yer kalmaz).
Günümüzde rakı denince ilk akla gelen isim Aydın Boysan'dır. Mimar ve gazeteci kimliğiyle beraber rakının erbabı olarak anılır heryerde. 89 yaşında olan Aydın Boysan, 73 yıldır rakı içtiğini ama 63 yıldır evli olduğunu, yani evlenmeye ikna olmak için 10 yıl içtiğini anlatır espirili bir şekilde. Bildiğim kadarıyla yaklaşık 30 tane de kitabı vardır. Rakı içmedin adabını en güzel kendisi anlatır: Evvela aç karnına rakı içmeyeceksiniz. En az yarım saat önce yemeğinizi yemiş, bitirmiş olacaksınız. Aç karnına içmeye kalkışırsanız, midenizi hırpalarsınız. Hem de çabuk devrilirsiniz. Bu yüzden yavaş yavaş, yudum yudum içeceksiniz rakıyı. Sonra, rakı içerken ana yemek yenmez, meze yenir. Sofraya koyulan mezelerden de birer lokma alınır tabağa; yani meze yemek de abartılmaz. Bir de rakı öyle gizli gizli içilmez. Mesela Anadolu'da enteresan bir hadisedir rakı içme. Zıbarana kadar içerler, ama bunu gizlenerek yaparlar. Örneğin Konya, Türkiye'de rakının en çok satıldığı yerlerden biridir, ancak rakı içerken kimseyi göremezsiniz. Ben rakı içmeye başlayalı 70 yıl oldu. Epey kıdemli sayılırım bu hususta. Lakin hiç gizlenerek içmedim. Olsa olsa karımdan gizlenmişimdir. Beş kadeh içtiysem ona üç demişimdir. Tabii o da hiçbir zaman buna inanmamıştır.
Bardağa konulan rakının yarısı kadar su konması makbuldür...
İlk yudumu aldıktan sonra ağızda bekletip, dişlerin arasından derin bir nefes alınır ki akciğerler de nasibini alsın...
Masada yaşça en büyük kişi rakı kadehini tokuşturmak için kaldırmadan rakı kadehleri masadan kalkmaz...
Rakı sofrasında planlı, programlı ciddi işler konuşulmaz. Geyik muhabbeti yapılır, memleket kurtarılır, anılar tazelenir, dedikodu yapılır... Rakı kadehine önce rakı, sonra su, daha sonra da (konmasa daha iyi olur ama)buz konur...Bu sırayı bozarsanız, anason kadehin üzerine çıkar, rakının hem tadı hem keyfi kaçar...
İlk yudumu aldıktan sonra ağızda bekletip, dişlerin arasından derin bir nefes alınır ki akciğerler de nasibini alsın...
Masada yaşça en büyük kişi rakı kadehini tokuşturmak için kaldırmadan rakı kadehleri masadan kalkmaz...
Rakı sofrasında planlı, programlı ciddi işler konuşulmaz. Geyik muhabbeti yapılır, memleket kurtarılır, anılar tazelenir, dedikodu yapılır... Rakı kadehine önce rakı, sonra su, daha sonra da (konmasa daha iyi olur ama)buz konur...Bu sırayı bozarsanız, anason kadehin üzerine çıkar, rakının hem tadı hem keyfi kaçar...
Bu zamana kadar okuduğum tüm yazılarından, tüm fikirlerinden çok etkilenmişimdir. Özellikle mizah konusuna yaptığı vurguyu çok önemli buluyorum: Mizah, son derece ciddi bir iştir. Üstün düzeyde seviyelenmiş mizah, güldürmek değil, düşündürmek amacı taşır. Hiçbir anlamı olmadan, yalnız güldürme amacı taşıyan şaklabanlıklar, mizah kapılarının dışında kalır. Zihinlere mutlaka hitap etmesi şart olan mizah, "aklın sanatı"dır. (Kaynak: Haber Türk Gazetesi)
Şimdi sizleri, Aydın Boysan'ın 2002 yılında Akşam Gazetesinde yayınladığı bir yazısıyla başbaşa bırakıyorum. Umarım bu yazı beni etkilediği kadar sizleri de etkiler...
Yaşamak üzerine!
Şu anda amacım, benim gibi yaşama kıdemlilerinden, okur'a bir pencere açmak... Öyleyse, olabildiğince sade sözcük ve anlatımlarla, birkaç söz söyleyeceğim. Niyetim, kesinlikle öğüt vermek değil. Hiç hoşlaşmam öğüt vermekten... Ben sadece deneyimlerimden, birkaç sahne aktaracağım.
Cumhuriyetimizden, iki yıl daha önce dünyaya geldim. Az şey yaşamadım. 80 yıl, dile bile kolay değil. Ben 1921 yılında, İstanbul'da Narlıkapı'da doğdum. Samatya - Yedikule arasında. Annem, ilkokul öğretmeni, babam mütevazı devlet memuruydu. Tutumlu şartlar içinde yaşardık.
Bizim evde ut çalınır, şarkı söylenirdi. Decca marka gramofondan, klasik Türk Müziği dinlenirdi. Pertevniyal Ortaokulu ve Lisesinde, İhsan Kongar, Nurullah Ataç, Reşat Ekrem Koçu ve Mesut Cemil Beyler gibi, müstesna öğretmenlerden okuduk.
Tuluat tiyatroları seyrederdik ama, Şehir Tiyatrolarında Shakespeare oyunu kaçırmazdık... 17.5 kuruşluk mevkide... Operamız yoktu o zaman ama, sinemalarda, opera filmleri seyrederdik.
Ben ve yakın arkadaşlarıma, o tutumlu aile çevrelerimizden başlayarak lise öğretmenlerimizden, kitap okuma zevki aşılandı. Bana, ailemden ve gençlik çevremden kalan en görkemli hazine, işte bu okuma alışkanlığıdır. Bu hazine bana yetti. Fazlasını hiç istemedim.
Bir kitapla başbaşa ve yalnız kalmaktan zevk almak, hayatımın en güçlü dayanağıdır. Beni, zaman zaman başıma gelmiş olan dertlerden de, çekip çıkaran, kurtaran, okuma alışkanlığımdır.
Bir uygar insanın tüm zamanı, mesleğiyle evi arasında bitmemeli!
Toplum sorunlarında görev alınacak! Nemegerekçilik hak değil! Bütün aydın kişilerimiz toplum sorunlarını benimsese, üstlense, politikayla ilgilense, hatta politika yapsa, ülkenin yaşama koşulları iyileşecek.
Ayrıcaaa meslek dışı uğraşlar var: Müzik, spor, tiyatro-sinema var.
Amaaa, ille de kitap okunacak! İnsan kafası ufuklarını, çevre, dünya, evren geçmiş ve geleceğe açış, kitap okuyarak olacak. Yoksa sonuç: ruhsal çölleşmelerdir.
Bir yanlışlık yapılıyor: Konfor, uygarlık sanılıyor. Hele lüks, büsbütün aldatıcı... Bir kol saati reklamı: Farkedilirsiniz!
Diyor. Bu saat bir otomobil fiyatına. Onu alan farkediliyor ama, ne olarak? Ben kolumdaki saati yurtdışında sokakta, işportadan aldım. 1988'de... 105 dolara. Onun kadar doğru gösteriyor.
Ben yabancı dili, 30 yaşımdan sonra öğrendim. İlk gazete yazım çıktığında 61 yaşındaydım, ilk kitabımsa, 63 yaşımda çıktı. Şimdi 20 kitabı aştım.
Denediğim şu: Zaman, hiçbir zaman, hiçbir iş için, geç değildir. Ancak bazen, çabuk ölünür. Ama görevimiz, öleceğimize göre değil, yaşayacağımıza göre yaşamaktır.
Pekiyi... Şimdi artık bu yaştan sonra, ne mi yapacağım? Yapacak çok işim var!
Mimar olarak 200 tane futbol sahasını bitişik dolduracak kadar, bina planladım, o iş bitti artık. Gazete yazılarım devam ediyor. İki kitap birden yazıyorum. Onları, bitirmem şart. Önümüzdeki ay çıkacak olan bir
kitabımı, heyecanla bekliyorum.
Uzayda yaşamla ilgili bir kitap yazdım, bir daha yazacağım. Dostlarımı özlüyorum, onlara vakit ayırmam şart. Özlediklerim var. Çiçeklerime kim bakacak? Elbet ben!
Yapacak çok işim var, çooook!
Aydın Boysan
Bizim evde ut çalınır, şarkı söylenirdi. Decca marka gramofondan, klasik Türk Müziği dinlenirdi. Pertevniyal Ortaokulu ve Lisesinde, İhsan Kongar, Nurullah Ataç, Reşat Ekrem Koçu ve Mesut Cemil Beyler gibi, müstesna öğretmenlerden okuduk.
Tuluat tiyatroları seyrederdik ama, Şehir Tiyatrolarında Shakespeare oyunu kaçırmazdık... 17.5 kuruşluk mevkide... Operamız yoktu o zaman ama, sinemalarda, opera filmleri seyrederdik.
Ben ve yakın arkadaşlarıma, o tutumlu aile çevrelerimizden başlayarak lise öğretmenlerimizden, kitap okuma zevki aşılandı. Bana, ailemden ve gençlik çevremden kalan en görkemli hazine, işte bu okuma alışkanlığıdır. Bu hazine bana yetti. Fazlasını hiç istemedim.
Bir kitapla başbaşa ve yalnız kalmaktan zevk almak, hayatımın en güçlü dayanağıdır. Beni, zaman zaman başıma gelmiş olan dertlerden de, çekip çıkaran, kurtaran, okuma alışkanlığımdır.
Bir uygar insanın tüm zamanı, mesleğiyle evi arasında bitmemeli!
Toplum sorunlarında görev alınacak! Nemegerekçilik hak değil! Bütün aydın kişilerimiz toplum sorunlarını benimsese, üstlense, politikayla ilgilense, hatta politika yapsa, ülkenin yaşama koşulları iyileşecek.
Ayrıcaaa meslek dışı uğraşlar var: Müzik, spor, tiyatro-sinema var.
Amaaa, ille de kitap okunacak! İnsan kafası ufuklarını, çevre, dünya, evren geçmiş ve geleceğe açış, kitap okuyarak olacak. Yoksa sonuç: ruhsal çölleşmelerdir.
Bir yanlışlık yapılıyor: Konfor, uygarlık sanılıyor. Hele lüks, büsbütün aldatıcı... Bir kol saati reklamı: Farkedilirsiniz!
Diyor. Bu saat bir otomobil fiyatına. Onu alan farkediliyor ama, ne olarak? Ben kolumdaki saati yurtdışında sokakta, işportadan aldım. 1988'de... 105 dolara. Onun kadar doğru gösteriyor.
Ben yabancı dili, 30 yaşımdan sonra öğrendim. İlk gazete yazım çıktığında 61 yaşındaydım, ilk kitabımsa, 63 yaşımda çıktı. Şimdi 20 kitabı aştım.
Denediğim şu: Zaman, hiçbir zaman, hiçbir iş için, geç değildir. Ancak bazen, çabuk ölünür. Ama görevimiz, öleceğimize göre değil, yaşayacağımıza göre yaşamaktır.
Pekiyi... Şimdi artık bu yaştan sonra, ne mi yapacağım? Yapacak çok işim var!
Mimar olarak 200 tane futbol sahasını bitişik dolduracak kadar, bina planladım, o iş bitti artık. Gazete yazılarım devam ediyor. İki kitap birden yazıyorum. Onları, bitirmem şart. Önümüzdeki ay çıkacak olan bir
kitabımı, heyecanla bekliyorum.
Uzayda yaşamla ilgili bir kitap yazdım, bir daha yazacağım. Dostlarımı özlüyorum, onlara vakit ayırmam şart. Özlediklerim var. Çiçeklerime kim bakacak? Elbet ben!
Yapacak çok işim var, çooook!
Aydın Boysan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder