9 Şubat 2010 Salı

Haydi artık silkinme vakti geldi..

Birşeye bağlanmaya neden ihtiyaç duyuyoruz? İşimize, evimize, arabamıza, eşimize, dostumuza, komşumuza, köpeğimize, hatta her sabah kahvaltımızı yaptığımız tabağımıza?..


Alışkanlıklarımızdan vazgeçemiyoruz. Alıştığımız şey artık bizi mutlu etmiyor olsa dahi onu bırakmak aklımızın ucundan bile geçmiyor. Belki de bu yüzden gelişemiyoruz, geliştiremiyoruz kendimizi. Bu alışkanlıkların süresi uzadıkça da cesaretimiz azalıyor. Farkında olmadan bilinçaltımızda cesaretini yitirmiş, korkak bireyler oluyoruz. İşini kaybederse ölüp biteceğini düşünen o kadar çok yönetici pozisyonunda kişi tanıyorum ki.. ya da arabasından vazgeçemeyen, arkadaşından vazgeçemeyen, içtiği kahvenin markasından vazgeçemeyen.. (Yönetici pozisyonu diyorum çünkü o seviyeye gelen kişinin artık kendi değerlerinin farkında olması ve her yeniliğe açık olması beklenir. Kendi değerlerini servete dönüştürmesini becerebiliyor olması beklenir. Kendisinin, bir birey olarak ne kadar büyük bir güç olduğunu biliyor olması beklenir)..

Halbuki artık silkinme vakti geldi. Bizde alışkanlık yaratan şey her ne ise, artık bize bir fayda sağlamıyorsa ona teşekkür edip, onu bırakmamız gerekiyor. Bırakalım ki yerine yenilerini alabilelim. Zaman geçtikçe bizler de büyüyoruz. Değerlerimiz, fikirlerimiz, beğenilerimiz değişiyor. Yıllar önceki düşüncelerimizle, beğendiğimiz alışkanlık haline getirdiğimiz şeylerin artık bizi tatmin ediyor olması bir mucize (tabi, o şey de bizim kadar gelişmediyse). Eğer tatmin etmiyorsa da, hala değiştirmiyor olmamız bir ölüm. Kendi yaşantımızın, kendi geleceğimizin ölümü..

Biliyorum kolay değil. Ee yılların alışkanlığı aldı cesaretimizi götürdü. Ama, plaza dikmeye müsait donatılmış alt yapımızda, bu zamana kadar dikmiş olduğumuz binayı yıkmadan, arzuladığımız plazayı dikemeyiz. Birşeyleri dikmek için yıkım yapmak zorundayız... Yıkımlar acı verir ama önümüzü açar.

Gecenin bu saatinde bu konu da nerden çıktı demeyin bana :) elbet vardır bir sebebi :))

Hiç yorum yok: