29 Nisan 2010 Perşembe
28 Nisan 2010 Çarşamba
how to upload pdf file to blogspot? help...
Bir türlü pdf bir dosyayı bloguma ekleyemiyorum.. Naslı becereceğim bir yardım edin yahu.. Linki paylaşabiliyorum ama istiyorum ki görüntüsü de çıksın..
Herneyse şimdilik aşağıdaki linkle idare edin bari. EK'te açacağınız dosya benim tüm yazılarımı içeriyor :)
http://groups.google.com/group/ozgeden/web/ozge%27den.pdf>
Herneyse şimdilik aşağıdaki linkle idare edin bari. EK'te açacağınız dosya benim tüm yazılarımı içeriyor :)
http://groups.google.com/group/ozgeden/web/ozge%27den.pdf>
25 Nisan 2010 Pazar
Kadın Gibi Kadın Olmak!...
Geçen hafta Pazartesi günü, çook uzun bir aradan sonra tekrardan Yaşam Koçum Bülent Göncü'ye gittim. Aradan geçen süre zarfında nasıl değiştimi ona göstermek, onunla bunun keyfini yaşamak beni çok heycanlandırıyor. Oraya gittiğimde sanki faklı bir dünyaya giriyorum; Yeşim'le ikisinin enerjisi o kadar farklı ki, orada hepimiz çok saydamız :)
Genel sohbetlerimizden sonra o gün özellikle 2 konu üzerinde yoğunlaştık. Beni en çok etkileyen ve düşündüren konu ise: "kadın gibi kadın olmak" konusuydu..
Evet; ben her zaman nazlı, çıt kırıldım, herşeye ağlayan ve devamlı karşısından birşeyler bekleyen, erkekler olmadan hayatını devam ettiremeyen kadınlara karşı önyargılıydım. Onlara inat her zaman güçlü, kendi ayakları üzerine basan, kimseden yardım istemeyen, kimseye muhtaç olmayan, naz ve cilve nedir bilmeyen biri oldum. Yani maskülen bir kadın.. İş hayatında da öyleyim; kamyon sattığım günlerde kamyonların arkasında tepesinde dolaşan (hem de mini eteklerle), gerektiğinde yıkamacının işi çoksa otomobil yıkayan, kendi lastiğini kendi değiştiren, erkeklerle toplantılarda çata çat kavga eden (ki erkek egemenliği olan bir sektörde çalışıyordum), eğer gerekiyorsa gece gündüz demeden işinin başında olan, onlarca kodaman erkeği yurtdışına fuarlara tek başına götüren, birisinden yardım istemekten ödü kopan, kendi mobilyasını kendi monte eden ve kendi çantasını kendi taşıyan.. Birinden yardım istemek, hele ki bir erkekten yardım istemek en büyük fobimdi.
İşte sevgili Bülent Göncü, o gün benim bu özelliklerime parmağını bastı.O konuştu ben dinledim.. söylediği her cümle de o kadar haklıydı ki..
Konuya küçük bir hikaye ile başladık:" evvel zaman içinde kalbur saman içinde, çok yüksek mevkilerde bir yönetici varmış. Bu yönetici her sabah işie erkenden gelir, kahvesini hazırlar, masasının başına otururmuş. Bunu gören çalışanlardan birinin içi cız etmiş. Yöneticisinin sabah erkenden gelip, kendi kahvesini kendisinin yapmasına içi elvermemiş. Demiş ki, ben bu adama iyilik yapayım. Ondan erken geleyim ve o gelmeden kahvesini hazır edeyim.. MAsasına oturduğunda kahvesini masasında gördüğünde kimbilir ne kadar mutlu olur.. Derken bir gün geçmiş, iki gün geçmiş,üç gün geçmiş, yönetici her geldiğinde masasında kahvesi hazır. Sonunda yönetici çalışanını yanına çağırmış.demiş ki: "eyy sevgili çalışanım, biliyorum beni düşündüğün için her sabah kahvemi hazır ediyorsun. Ama farkında değilsin ki sen benim en büyük keyfimi elimden aldın. Her sabah erkenden gelip, kahve hazırlarken aldığım haz benim için çok değerliydi."..
Hikayenin ana fikri üzerinde durmayacağım, sanırım herkes anlamıştır. Hikayenin benimle ilgili olan yanına gelince: ben de aslında yukarda bahsettiğim kadınlardan olmayarak erkeklere iyilik yaptığımı düşünürken, farkında olmadan onların en büyük keyiflerini ellerinden alıyorum. Onların "bir kadını mutlu etme" hazlarını ben ellerinden alıyorum. Evet, çok doğru!.. Halbuki ne var sanki boyumdan büyük işlerde birinden yardım istesem? Uzanamadığım yere uzanmak için altıma tabure koymasam da birinden yardım istesem. Hem o işe yaradığı için, hem de ben kendimi tehlikeye atmadığım için mutlu olmaz mıyım?
Yani işin özeti "kadın gibi kadın" olmak. Maskülen kadın değil!. İş dünyasında ve özel dünyada istediğimiz yere kadın gibi kadın olarak gelmek gerekiyor, erkeklerin rolüne girmiş bir kadın olarak değil. Erkeklere ağırlık yapmamak için kendi davranışlarımızı belirlerken, farkında olmadan onların keyiflerini ellerinden almayalım. Onların yerine kendimizi koyalım ve düşünelim. Yanınızdaki erkeğin düğmesi kopsa, kendisinin mi dikmesini istersiniz, sizden yardım istemesini mi? Ben yardım istemesini isterim, çünkü ona yardım etmek beni mutlu eder, işe yarar hissettirir :))))
Konuyu lütfen saptırmayalım :) burda bahsetmek istediğim tek şey: kadınve erkeğin zeka olarak değil ama fiziksel olarak farklı olduğunu kabul ederek, birbirimizin rollerini birbirimizden almamamız gerektiği. Roller iyice karışmaya başladı ve cinsiyetler kayboluyor. Bu nedenle de kimseyi mutlu edemiyoruz ve sonucunda kendimiz de mutsuz oluyoruz. Bırakın herkes kendi rolünü oynasın ve birbirinize ne kadar ihtiyacımız olduğu hissiyatı ile mutlu olalım :)))
Genel sohbetlerimizden sonra o gün özellikle 2 konu üzerinde yoğunlaştık. Beni en çok etkileyen ve düşündüren konu ise: "kadın gibi kadın olmak" konusuydu..
Evet; ben her zaman nazlı, çıt kırıldım, herşeye ağlayan ve devamlı karşısından birşeyler bekleyen, erkekler olmadan hayatını devam ettiremeyen kadınlara karşı önyargılıydım. Onlara inat her zaman güçlü, kendi ayakları üzerine basan, kimseden yardım istemeyen, kimseye muhtaç olmayan, naz ve cilve nedir bilmeyen biri oldum. Yani maskülen bir kadın.. İş hayatında da öyleyim; kamyon sattığım günlerde kamyonların arkasında tepesinde dolaşan (hem de mini eteklerle), gerektiğinde yıkamacının işi çoksa otomobil yıkayan, kendi lastiğini kendi değiştiren, erkeklerle toplantılarda çata çat kavga eden (ki erkek egemenliği olan bir sektörde çalışıyordum), eğer gerekiyorsa gece gündüz demeden işinin başında olan, onlarca kodaman erkeği yurtdışına fuarlara tek başına götüren, birisinden yardım istemekten ödü kopan, kendi mobilyasını kendi monte eden ve kendi çantasını kendi taşıyan.. Birinden yardım istemek, hele ki bir erkekten yardım istemek en büyük fobimdi.
İşte sevgili Bülent Göncü, o gün benim bu özelliklerime parmağını bastı.O konuştu ben dinledim.. söylediği her cümle de o kadar haklıydı ki..
Konuya küçük bir hikaye ile başladık:" evvel zaman içinde kalbur saman içinde, çok yüksek mevkilerde bir yönetici varmış. Bu yönetici her sabah işie erkenden gelir, kahvesini hazırlar, masasının başına otururmuş. Bunu gören çalışanlardan birinin içi cız etmiş. Yöneticisinin sabah erkenden gelip, kendi kahvesini kendisinin yapmasına içi elvermemiş. Demiş ki, ben bu adama iyilik yapayım. Ondan erken geleyim ve o gelmeden kahvesini hazır edeyim.. MAsasına oturduğunda kahvesini masasında gördüğünde kimbilir ne kadar mutlu olur.. Derken bir gün geçmiş, iki gün geçmiş,üç gün geçmiş, yönetici her geldiğinde masasında kahvesi hazır. Sonunda yönetici çalışanını yanına çağırmış.demiş ki: "eyy sevgili çalışanım, biliyorum beni düşündüğün için her sabah kahvemi hazır ediyorsun. Ama farkında değilsin ki sen benim en büyük keyfimi elimden aldın. Her sabah erkenden gelip, kahve hazırlarken aldığım haz benim için çok değerliydi."..
Hikayenin ana fikri üzerinde durmayacağım, sanırım herkes anlamıştır. Hikayenin benimle ilgili olan yanına gelince: ben de aslında yukarda bahsettiğim kadınlardan olmayarak erkeklere iyilik yaptığımı düşünürken, farkında olmadan onların en büyük keyiflerini ellerinden alıyorum. Onların "bir kadını mutlu etme" hazlarını ben ellerinden alıyorum. Evet, çok doğru!.. Halbuki ne var sanki boyumdan büyük işlerde birinden yardım istesem? Uzanamadığım yere uzanmak için altıma tabure koymasam da birinden yardım istesem. Hem o işe yaradığı için, hem de ben kendimi tehlikeye atmadığım için mutlu olmaz mıyım?
Yani işin özeti "kadın gibi kadın" olmak. Maskülen kadın değil!. İş dünyasında ve özel dünyada istediğimiz yere kadın gibi kadın olarak gelmek gerekiyor, erkeklerin rolüne girmiş bir kadın olarak değil. Erkeklere ağırlık yapmamak için kendi davranışlarımızı belirlerken, farkında olmadan onların keyiflerini ellerinden almayalım. Onların yerine kendimizi koyalım ve düşünelim. Yanınızdaki erkeğin düğmesi kopsa, kendisinin mi dikmesini istersiniz, sizden yardım istemesini mi? Ben yardım istemesini isterim, çünkü ona yardım etmek beni mutlu eder, işe yarar hissettirir :))))
Konuyu lütfen saptırmayalım :) burda bahsetmek istediğim tek şey: kadınve erkeğin zeka olarak değil ama fiziksel olarak farklı olduğunu kabul ederek, birbirimizin rollerini birbirimizden almamamız gerektiği. Roller iyice karışmaya başladı ve cinsiyetler kayboluyor. Bu nedenle de kimseyi mutlu edemiyoruz ve sonucunda kendimiz de mutsuz oluyoruz. Bırakın herkes kendi rolünü oynasın ve birbirinize ne kadar ihtiyacımız olduğu hissiyatı ile mutlu olalım :)))
16 Nisan 2010 Cuma
6 Nisan 2010 Salı
"ben ölmeden önce"
son zamanlarda en çok sevdiğim beste ve müzik.. Fatih Erdemci'nin Pamela ile yaptığı cover da süper olmuş ama sanırım henüz videosu yok...
Güzel keyifler :)
FATIH ERDEMCI - BEN OLMEDEN ONCE
Yükleyen mana_mana. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaÅ�ayın!
Güzel keyifler :)
FATIH ERDEMCI - BEN OLMEDEN ONCE
Yükleyen mana_mana. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaÅ�ayın!
5 Nisan 2010 Pazartesi
Mutluluk Zirvesi
Uzun zamandır etrafımda olan insanların bir şekilde tatmin olmadıklarını hissediyorum ve bu konuda çok düşünüyorum. Belki büyüdüğümüz için, belki farkındalığımız arttığı için, belki de bizi etkisi altına alan satürn etkisi yüzünden.. bilmiyorum ama artık çevremde mutlu insanlar görmek istiyorum..
Lafı fazla uzatmadan, uzman psikolog ve yaşam koçu olan kuzenim Manolya Özek'in bu konudaki makalesini sizlerle paylaşmak istiyorum..
Lafı fazla uzatmadan, uzman psikolog ve yaşam koçu olan kuzenim Manolya Özek'in bu konudaki makalesini sizlerle paylaşmak istiyorum..
17 Mart’ta Business Network Center’in düzenlediği 1. Kurumsal Mutluluk Zirvesi’ndeydim. ‘İşyerinde İlişki Yönetimi’ üzerine bir konuşma yaptım. Kendi konuma geçmeden önce paylaşılan bazı dünya gerçeği istatistiklerini paylaşmak istiyorum sizlerle.
Yılda 10 milyon $ dan fazla kazanan Amerika’nın en zengin kişilerinin mutluluk seviyelerinin, yanlarında çalıştırdıkları ofis elemanlarından sadece çok az miktarda yüksek olduğu saptanmış. (Diener, Horwitz, Emmons-1985-Happiness of the Very Wealthy Social Indicators Research)
Amerika’da yapılan düzenli mutluluk araştırmalarında; mutluluk seviyesi 1940’da 10 üzerinden 7.5 iken 2000 yılında bu seviyenin 7.2 ye düştüğü saptanmış. (Lane-2000-The Loss of Happiness in Market Democracies-Yale University Press) Bu da bize daha fazla şeye sahip olsak da mutluluğun düştüğünü, tatminin azaldığını gösteriyor.
Amerikan Estetik Plastik Cerrahi Derneği Raporu’na göre kozmetik operasyonlarda senelik 44% artış oluyor. Her sene ortalama 3 milyon botoks, yüz binlerce göğüs şekillendirmesi, gözkapağı ameliyatı, burun ameliyatı ve liposuction yapılıyor. Bir çok kişi ameliyat sonrası memnun kaldıklarını söylüyor ama araştırmalar bunun kısa süre sürdüğünü gösteriyor. (McLaughlin, Wirse, Lipworth-2004-Psychosomatic)
Dünya Sağlık Örgütü, 2020 yılında depresyonun yetişkin nüfusunun 30%’unu etkisi altına alıp tüm dünyadaki ölüm nedenlerinden en büyük ikincisi olacağını tahmin ediyor. (Murray, Lopez-1996 The Global Burden of Diseases)
Gidişat pek parlak gözükmüyor değil mi? Bu konuda söylemek istediğim pek çok şey var, yazmaya devam edeceğim ama şu an dikkatinizi yaşamınızda durduğunuz yere çekmek istiyorum. Yaşamda hepimiz birbirimizden çok farklı ve karmaşık gözüksek de aslında özünde çok basit ve benzeriz; temel sorumuz aynı ‘Ben OK miyim?’.. Bu cevabın peşinde bir ömür geçiriyoruz. Annemizin bize dokunması, emzirmesi, sarılması ile başlayan fiziksel temas ihtiyacımız şekil değiştirse de aslında hep var, kabul edilmek, onaylanmak, farkedilmek istiyoruz. Önce annemiz, babamız, sonra arkadaşlarımız, sevgililerimiz, okuduğumuz okullar, diplomamız, mesleğimiz, sonra da statümüz, paramız, arabamız, evliliğimiz...Hepsi kabul edilmek, onaylanmak, farkedilmek için...
Şimdi durun ve düşünün..Sorun kendinize; Ben yeterli miyim? Değerli miyim? Başkaları beni fark ediyorlar mı? Beni ben olduğum için kabul ediyorlar mı? Peki şimdi de şunu düşünün; Siz başkalarının değerli olduğunu düşünüyor musunuz? Başkalarını fark ediyor musunuz? Oldukları gibi kabul ediyor musunuz etrafınızdaki insanları? Yoksa hayatın ve insanların değişmelerini umut ederek mi geçiriyorsunuz ömrünüzü? Bir düşünün..
İşte bunu anlamak için dört kadranlı bir şekil düşünün. Hepimiz birinci kadranda dünyaya geliyoruz, bu pozisyondaki kişiler kendilerinin, başkalarının ve hayatın OK olduğunu düşünürler. Temel mantık şudur, ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, herkesin yaşamaya hakkı vardır. Sağlıklı pozisyondur. II. kadrandaki kişiler ise, başkalarının OK olduğunu düşünürken kendilerinin OK olmadığını düşünürler. Bu pozisyondaki kişiler depresiftir, hatayı kendinde arar, kendini suçlar, kendini güçsüz ve değersiz görür. Hassas ve kırılgandırlar. Bazen üçüncü kadrana düşerek yaşamdan umudunu kestiği zamanlar olur, işte o zamanlarda, ne kendisi, ne başkaları ne de hayat OK dir. Kendini umutsuz hisseder..Ya dördüncü kadran? Bu pozisyondaki kişiler kendinin OK olduğunu, başkalarının OK olmadığını düşünenlerdir. Bu kadrandaki kişiler genelde ‘zor’ olarak tanımlanırlar, hep haklıdırlar, agresiftirler, zeytinyağı gibi üste çıkıverirler, onlarla ilişkide ‘kazanan’ olmak zordur. Bu insanlar size OK olmadığınızı hissettirirler, aşağılandığınızı ya da ezildiğinizi hissedebilirsiniz, farkederek ya da etmeyerek kendinizi II. pozisyonda buluverirsiniz, belki de o yüzden bu insanlarla konuşmaktan kaçınırsınız ya da hayatınızdan çıkaramayacak bir konuma koyduysanız depresif bir hayat sürer durursunuz. Bu kişiler size OK olmadığınızı hissettirirler çünkü kendileri de aslında OK olmadıklarını düşünürler. Kendi yetersizliklerini, güçsüzlüklerini bastırmanın, OK olabilmenin tek yolu budur onlara göre, defansif ol ve üste çık, ancak böyle hayatta kalabilirsin..
Eminim her pozisyona ait insanlar var hayatınızda. İşyerinde, arkadaş ortamında, belki çok daha yakınınızda..Peki siz nerede duruyorsunuz hayatta? Nerden bakıyorsunuz dünyaya? Emin olun ki mutluluk dediğimiz şey işte bu durduğunuz noktayla çok doğru orantılı. Tabi şunun altını hemen çizeyim, sürekli aynı pozisyonda kalmıyoruz, bu pozisyonlar arasında gidip geliyoruz ama özellikle stresli olduğumuz zamanlarda belli bir pozisyona düşmeye daha meyilliyiz. Bir olay esnasında önce II.pozisyonda sonra III. pozisyonda da hissedebilirsiniz. İşte bu tamamen bizimle ilgili; I.pozisyonda dünyaya geliyoruz ama aile, kültür, yaşam deneyimleri gibi faktörlerle kendimiz ve hayatla ilgili daha küçücükken farkında olmadan kararlar veriyoruz. Bu kararlara göre de kendimizi, başkalarını ve hayatı algılıyoruz, mutlu ya da mutlu olmamayı seçiyoruz.
Bu kararı değiştirmek mümkün mü peki? Evet mümkün..Eğer kararlıysanız.. Eğer değişmeye istekliyseniz ..Eğer özünüzle tanışmaya hazırsanız mümkün.. Şunu unutmayın ki hepimizin yaşamaya, kabul edilmeye ve fark edilmeye hakkı var..Ne olursa olsun..Nasıl olursa olsun..Bunu unutmayın..
Uzman Psikolog & Yaşam Koçu Manolya ÖZEK
2 Nisan 2010 Cuma
"kendimi ifade edemiyorum"
Bugün biraz canım sıkkın. Çünkü yine kendimi "kendimi ifade edemeyeceğim" bir duruma soktum. Kendimi ifade edememek beni çok etkiliyor. Neden ifade edemediğimi de bilmiyorum. Belki karşımdakilerin beni yanlış anlayacağından korkuyorum, belki doğru kelimeleri bulamıyorum, belki de egom konuşturmuyor.
Egomla olan mücadelemde sanırım hala o baskın. Ama ben hala sabırla bekliyorum. Onu alt edip rahatlayacağım günleri bekliyorum..
Başkalarının haklarını her daim koruyan, koruyamayana yardımcı olan ben (çoğu yerde cadı olarak adlandırılırım), kendi hakkımı hiç arayamıyorum, süt dökmüş kediye dönüyorum. İçimdeki duyguları ifade edemiyorum. İfade edemediğim gibi beni üzmesine de engel olamıyorum.
Egomla olan mücadelemde sanırım hala o baskın. Ama ben hala sabırla bekliyorum. Onu alt edip rahatlayacağım günleri bekliyorum..
Başkalarının haklarını her daim koruyan, koruyamayana yardımcı olan ben (çoğu yerde cadı olarak adlandırılırım), kendi hakkımı hiç arayamıyorum, süt dökmüş kediye dönüyorum. İçimdeki duyguları ifade edemiyorum. İfade edemediğim gibi beni üzmesine de engel olamıyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)