18 Şubat 2012 Cumartesi

Sadece aptallar 8 saat uyur


Hayattaki en büyük problemimin 'UYKU' olduğunu düşünüyorum. Uyumaya doyamıyorum, uykumu alamadığımda çekilecek gibi olmuyorum ve en önemlisi sırf erken kalkamadığım için yapmak istediğim bir çok şeyi yapamıyorum. Son zamanlarda kafama bu 'uyku' olayını baya takmış olmalıyım ki geçen hafta G-mall'daki DNR'a girdiğimde ilk gözüme çarpan kitap 'Sadece Aptallar 8 Saat Uyur' oldu. Tabi ki hemen aldım :)

Kitabı Erdal Demirkıran yazmış. İtiraf etmeliyim ki çok kıskandım. Bu duyguyu ilk defa hissediyorum: Keşke bu kitabı ben yazmış olsaydım. Kitabı okumadan önce uyku konusunda böyle bir farkındalığa tam olarak sahip değildim ama sorguluyordum. Hem de baya baya sorguluyordum. Belki de ben de kendi irademle bu farkındalığı yakalayacaktım. Bu kitap sayesinde süreç baya hızlandı ve kafamı kurcalayan tüm taşlar teker teker yerine oturdu. Ama diyorum ya, bu kitabı keşke ben yazmış olsaydım :)) Kelimesi kelimesine, noktası virgülüne kadar..

Kitap, 'Başarılı insanlar az uyumazlar, az uyuyan insanlar başarılı olurlar' önsözü ile başlıyor. Roman, Kendyn adındaki bir doktorun karşısına çıkan dilek cin'inden bir dilek dilemesi ile başlıyor. Bu dileğin kendi başına yapamayacağı bir dilek olması gerekiyor. Kendyn de ÖMRÜMÜ UZAT diyor. Ama cin bunun kendisinin yapabileceğini iddia ediyor. Cin'in dediğine göre biz ömrümüzün üçtebirini uyuyarak geçiriyoruz. Günde 8 saat uyuyarak geçiren 60 yaşındaki bir insanın ömrünün 20 saati uykuda geçiyor. 15 yaşına kadar da çocukluk dönemi yaşadığını, diğer 15 yılını da ıvır zıvır işlerle yaşadığını varsayarsak, 60 yaşına gelmiş bir insan aslında topu topu 20 senedir yaşamış oluyor (Bu arada kendini dünyanın en akıllı adamı olduğunu iddia edip, noterden tastik alan Sn. Erdal Demirkıran kitabında hesap hatası yapmış, benden söylemesi :p)

Yani 60 yıllık ömründe topu topu 20 yıl yaşıyorsun! NASIL AMA? Dolayısıyla uyku saatini azaltırsan ömrünü de uzatmış oluyorsun!

Sonra başlıyorlar gezmeye. Da Vinci'yi, Edison'u, Dostoyevski'yi geziyorlar. Onların çalışma ve uyku düzenlerine bakıyorlar. Güneşin doğması ile güne başlayan hayvanlar ve bitkiler alemine bakıyorlar. Dünya üzerinde güneşin doğması ile insan dışındaki tüm canlıların güne başladığını görüyorlar. Savaş ortamına gidiyorlar. Can korkusu olunca uykunun sadece ihtiyaç kadar olduğunu görüyorlar. Beynin içine girerek hipotolamus, yüksek bilinç ve alçak bilinç ile tanışıyorlar. İnsanın ne kadar muhteşem bir sistem olduğuna ama bazı inanç kalıplarının nasıl da bu mükemmel sistemi bozduğuna bakıyorlar. Bizim bugün ki davranışlarımızı bir alışkanlık haline getirmemize sebep olan çocukluk günlerine gidiyorlar. Az uyuyan beyin özürlü çocukların yanına gidiyorlar. Kalıplara girmedikleri için içgüdüsel olarak yaşadıklarını ve dolayısıyla sadece ihtiyaçları kadar uyuduklarını gözlemliyorlar. Daha bir çok yere gidiyorlar ve bugüne kadar öğrenilmiş bütün kalıpları teker teker yıkıyorlar. Detaylarını anlatmıyorum siz de okuyun diye. Ben henüz kitabı bitirmedim ama şimdiden birçok kalıplarım yıkıldı diyebilirim :)

Sonuçta uyku çok önemli bir şey tabi ki. Ama 8 saat uyku gereğinden fazla. Eğer uykuda boşa geçirdiğimiz zamandan çalıp ömrümüze katabilirsek ömrümüzü uzatmış oluruz. Madem tüm canlılar güneşin doğmasıyla uyanıyorlar biz neden güne 2-3 saat geç başlıyoruz?

İyi, güzel, süper, ikna oldum da hala erken uyanamıyorum. Çünkü kendime öyle bir mekanizma yaratmışım ki sabah erken uyandığımda ilk karşılaştığım şey alçak bilincim oluyor. Bana bir sürü bahaneler üreten alçak bilincim beni öyle ikna ediyor ki tekrar uyuyorum. Ve o yüzden daha fazla uyuyup yorgun uyanıyorum, ömrümden çalıyorum, geleceğimden çalıyorum.

PEKİ NASIL başaracağım? Nasıl erken kalkmayı ve günde 4-5 saat uyuyarak yaşamayı becereceğim? Bilinçli olarak yapmak istediğime emin olduğum şeyi bilinçaltıma nasıl uygulatacağım? Alçak bilincimi ortadan nasıl kaldıracağım?

Bunun tek çözümü var: HEDEF ve TUTKU. Eğer tutkuyla bağlandığım yüksek bir hedefim olursa, işte o zaman ne uyku kalıyor ne başka bir şey. Ve hayat anlam kazanmaya başlıyor. Hayata geliş amacım kendini göstermeye başlıyor. Yaratılırken bana tahsis edilen mükemmel mekanizmam yine çalışmaya başlıyor.

Evet ben artık 8 saat uyumak istemiyorum. Kalıplarla ve saatlerle de yaşamak istemiyorum. Ve kendime büyük bir hedef belirlemek ve ona tutkuyla bağlanmak istiyorum.. Biliyorum bir sürü soru soruyorsunuz şimdi bana? Uyumanın faydasıyla ilgili öğrendiğimiz bir çok şeyi soruyorsunuz. Hedeflerle ilgili, mutlu bir yaşam yaşamakla ilgili bir sürü şey soruyorsunuz. Sormayın, direkt kitabı alın ve okuyun. Herşeyin cevabı orda.













24 Ocak 2012 Salı

Bir Aile Şirketi misiniz?


Türkiye'de şirketlerin neredeyse %90'ının Aile Şirketi olduğunu biliyor muydunuz? Sırf Türkiye'de değil gerçi bu oran: ABD'de %90, Almanya ve Meksika'da %80, Avustralya ve Şili'de %75, İtalya'da %99.

Aile şirketi olmak kötü bir şey değil, hatta bir çok avantajı var. Ama yönetilmeyen dezavantajları ise şirketlerin sürekliliğini etkiliyor. Bir kaç kuşağa ulaşmış şirket sayısı çok az. ABD'de

  • 1.kuşakta son bulan aile şirketi sayısı %80
  • 2.kuşağa ulaşan %16
  • 3.ve 4.kuşağa devam edenlerin sayısı ise %4
Aile ve şirket büyüdükçe yaşanan iletişimsizlikler, eski kuşakların yeni kuşaklara yetki ve sorumluluk verme sıkıntısı veya yeni nesilin başka hayallerinin olması, profesyonelliğe olan çekimserlik, ve benzeri sebeplerden dolayı elde edilemeyen 'sürdürülebilirlik' kavramı, aile şirketlerinin büyümesini engelleyerek, batmasına, bölünmesine, yok olmasına sebep oluyor. Bunun da tek ilacı var: Kurumsallaşmak

Kurumsallaşmanın bence en güzel tanımı: bir işletmenin faaliyetlerini kişilerin varlığına bağımlı olmadan sürdürebilmesini ve geliştirebilmesini sağlayan bir yapının oluşturulmasıdır. Aile şirketlerinin kurumsallaşmasıyla ilgili her ne kadar çeşitli görüşler olsa da, benim şahsi fikrim bu kurumsallaşma sürecinin ve yönteminin, aile şirketi olmanın avantajlarını yok etmeyecek şekilde olmasıdır. 

Peki Aile Şirketi olmanın avantajları nedir?
  • Hızlı karar alma süreçleri ile krizlere karşı en hızlı reaksiyon gösteren şirketler aile şirketleridir
  • Ortak kültürden gelinmesi, karşılıklı güven ve sürekli iletişim halinde olmak karar alma süreçlerinde olumlu etki sağlar
  • Aile bireylerinin şirkete sadakati yüksek olur, bireysel olarak uzun vadeli planlar yapılır
  • American University'den Ronald C.Anderson ve Temple University'den David Reep'in araştırmaları, aile şirketlerinin daha başarılı olduğunu söylemektedir
Bu durumda kurumsallaşmanın dozunu kaçırıp bu avantajları kaybetmemek çok önemlidir. Kurumsallaşmak her şirkete göre farklı içeriklerle uygulandığı zaman fayda getirir. Yani kurumsallaşmanın bir kitabı yoktur. Kurumsallaşmak isteyen şirketlerin, sektöre özel tecrübe sahibi kişilerden koçluk, danışmanlık alması gerektiğine inanıyorum.

Aile Şirketlerinin kurumsallaşmasıyla ilgili konular çok geniş ve derin. Yavaş yavaş bu konulara değinerek, yapmış olduğum araştırmalar ve çalışmalar sonucunda oluşturduğum fikirlerimi yazacağım. Aile şirketi olmanın güçlü ve zayıf yönlerinden, kuşaklar arası geçiş sorunlarına, kurumsallaşma süreçlerinden, aile anayasasına, ve bunun gibi bir çok konuya.

Öncelikle biraz düşünmenizi istiyorum. Bir çoğunuz şirket sahibi olabilirsiniz (kendiniz kurmuş olabilirsiniz, ailenizin şirketi olabilir, hissedar olabilirsiniz, vs), peki bu konular hakkında ne düşünüyorsunuz?
  • İyi bir girişimci olabilirsiniz. Peki iyi bir yönetici misiniz?
  • Şirketinizin uzun yıllar yaşamasını istiyor musunuz? 
  • Yeni nesil aile bireylerinizin becerilerinin şirketinizi büyütebileceğine veya başarısını sürdürebileceğine inanıyor musunuz? Bu işe karşı sizin kadar tutkulular mı?
  • Şirketinizde iyi eğitim almış, başarılı yöneticilerin çalışmasını ister misiniz?
  • Peki bu yöneticilere nasıl bir kariyer vaat ediyorsunuz?
  • Kurumsallaşmak istiyor musunuz? 
  • Kurumsallaşmaktan beklentileriniz neler? Bunun finansal, müşteri, çalışan, TFRS (Türkiye Finansal Raporlama Sistemi), teknoloji ve iletişim boyutu ne?
  • Başkalarının fikirlerine açık olmaya ve bazı sorumluluklarınızı devretmeye hazır mısınız?